Halil Efendi Mescidi’nin yerine 1561 yılında Rüstem Paşa tarafından Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Adım Adım İstanbul kitabında Rüstem Paşa Camisi hakkında şöyle yazar. “Rüstem Paşa, Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultan’ın eşi, padişahın damadıdır. Aynı zamanda da kayınvalide Hürrem Sultan’ın da dalaverelerinde baş yardımcısıydı. Cami, Süleymaniye’nin altında, yine Mimar Sinan’ın eseridir. Fakat bu diğerlerinden daha küçük ölçüdedir. Hanların arasında görülebilmesi için platform
üzerine yükseltilmiş, etki yapması için de kubbe kasnağı pencereleri üzerinde küçük kemerler yapılmıştır. Çinileriyle meşhurdur, önemli bir planı da vardır.”
Murat belge’nin cümleleriyle Rüstem Paşa ve camisi şöyle anlatılıyor.Sinan yapısı olan bu cami, İstanbul’un en görülecek binalarından biridir. Ama camiden önce, neredeyse onun kadar ilginç olan Rüstem Paşa’nın kendisinden söz edelim.
Rüstem Paşa, uzun süren Kanuni döneminin en önemli iki sadrazamından biridir. Birincisi, Süleyman’ın arkadaşı ve ilk sadrazamı İbrahim Paşa’ydı. Oldukça tipik bir Osmanlı paşasıydı İbrahim: Asker, devlet adamı, diplomat vb. Kudretli ve gururluydu. Süleyman’ın sevgili karısı Hürrem’in kendi oğullarıyla ilgili kişisel planlarına uymayınca hayatından oldu. Hırvat asıllı, Enderun’dan yetişme Rüstem çok başka bir tipti. Şövalyelikle pek ilgisi olduğu söylenemez. Kurnazdı, bir sadrazamdan çok bir sarrafın ihtiyaç duyacağı türden ekonomi bilgilerine
sahipti, hırslıydı ve entrikadan korkmuyordu. Herhalde olağanın dışında bazı özellikleri vardı ki Kanuni
onu daha üçüncü vezirken gözüne kestir-miş ve Hürrem’den olan kızı Mihrimah’la evlendirmeye karar vermişti. Bunun için biraz daha yükselmesi, yükselmek için de belirli görevlerde bulunması gerekiyordu. Diyarbakır’a tayin edildi. O sırada bazı düşmanları cüzzamlı olduğu söylentisini yaydılar. Süleyman söylentinin doğruluğunu öğrenmek için arkasından gizlice bir doktor gönderdi. Doktor odasını ararken Rüstem’in çamaşırlarında bit buldu. Meğer cüzzamlıya bit gelmezmiş. Rüstem böylece “temize çıkınca” bir düşmanı onun hakkında şöyle bir beyit yazdı;
Olacak bir kişinin bahtı kavi, talihi yar,
Kehlesi dahi mahallinde onun işine yarar.
Beyitin ardından, onu sevmeyen çevreler arasında adı “Kehle-i ikbal”e çıktı. Olup bitenleri anlayıp, biti odasına kendisinin koydurduğunu düşünenler de vardır.
Rüstem sadrazam oldu. Süleyman’ın sevgili büyük oğlu Mustafa’yı öldürtmesi için gerekli entrikalara
girişerek, kayınvalidesinden olma şehzadelere saltanat yolunu açtı. Yeniçeriler Mustafa’yı çok sevdiği için bir süre sadrazamlıktan uzaklaştırıldı. Bir süre sonra, yerine getirilen Ahmet Paşa’nın idam edilmesini sağlayarak geri geldi. Süleyman zamanında Osmanlı İmparatorluğu doruğa varmıştı; aynı zamanda, sınıra da varmıştı. Gelir statikleşmişti, ama gider sürekli artıyordu, çünkü merkezin zorunlu harcamaları çok yüksekti. Rüstem bu duruma çare aradı ve buldu. Geleneksel tımar sisteminde, ekilebilir tarlaların kullanım hakkı birilerine veriliyor, o da savaş zamanında toprağın gerektirdiği sayıda askerle orduya katılıyordu. Rüstem, nakit sıkıntısını gidermek için tımarların kullanım hakkını peşin para karşılığında devretmeye başladı. O zaman tımar beyleri de verdikleri parayı köylüden çıkarmaya çalıştılar. Kısa vadede nakit bulundu; uzun vadede sistem çöktü. Böylece Rüstem Paşa da uzun vadede yıkım getirmiş ekonomik “dahi”lerin kalabalık
grubuna katıldı.
Serveti, dillere destan olmuştur. Önce zenginleşip sonra malı müsadere edilenlerin grubuna da katıldı Rüstem. O dönemin zenginlik anlayışı, pratik işe yaramayan pek çok değerli eşya biriktirmeyi gerektirirdi. Rüstem’de bunlardan çok vardı; ama tarlaları, tuzlaları, yani işletilen ve sürekli gelir getiren türden üretken serveti de eksik değildi. Bu uzun girişten sonra, şimdi gezeceğimiz Rüstempaşa Camii’nın ondan fazla dükkân üzerinde yükseldiğini söyleyerek ekonomik bağlantıyı sağlayalım. Tahtakale denilen bu semt, caminin yapıldığı sırada da bir çarşı semtiydi. Caminin dükkânlar üstündeki avlusuna dört köşedeki dört merdivenden çıkılır. Burada, son cemaat yeri bazı başka Sinan camilerinde olduğu gibi iki sıra sütunlu ve geniş sahanlıklıdır. Buradan cepheye baktığımızda, çinilerin, başka camilerde görmediğimiz gibi, dış duvara taştığını görürüz. Sağ taraftakiler zamanla biraz bozulmuştur.
Sinan’ın bu camiyi Edirne’deki Selimiye’nin maketi olmak üzere yaptığı söylenir. İkisinin yapılışı arasında epey zaman olmakla birlikte, planda benzerlik vardır. Rüstempaşa’nın kubbesi sekiz dayanağa oturur; dört kemer ve dört yarım kubbeyle desteklenmiştir. Yarım kubbeler çaprazlama, köşelerde yer alır. Kuzey ve güney yanlarda iki galeri vardır. Ama bu mimari özelliklerden önce çiniler insanın dikkatini çeker. İznik çinilerinin, kırmızının bulunuşundan sonraki en parlak döneminin örnekleridir burada gördükleriniz ve bu çapta başka bir binada bu kadar fazlasını göremezsiniz. Mimarisiyle olsun, zengin süslemesiyle olsun, şehrin en güzel camilerinden biridir.

Harita Üzerinde görmek için tıklayın.