Kimdi bu Nimet Abla?
Onunla birlikte piyangonun renkli dünyasında yer alanlar çoktan silinip gittikleri halde, neden yalnızca o, ününü yıllar ötesine taşımayı başarabilmişti? Bu sorunun yanıtını bulabilmek için, yıllar öncesine dönelim.
1930’lu yılların İstanbul’unda, Eminönü’nün Balıkpazarı’ nda tütüncülük yapan ve bu arada ‘Tayyare Piyangosu’ bileti satan İsmail Özden, veresiye sattığı biletlerin parasını esnaftan toplayabilseydi belki de ‘Nimet Abla efsanesi’ hiç doğmayacaktı! Ama eşinin sıkıntıya düşmesi, onun piyango dünyasına girmesini sağladı.
Sultan II. Abdülhamid dönemi şeyhülislamları ndan Cemaleddin Efendi’nin kardeşinin çocuğu olan Melek Nimet Hanım, İstanbul’da doğmuş, iyi yetiştirilmiş, varlıklı bir ailenin kızıydı. Daha küçük yaşlardayken aile büyüklerine, ‘Neden beni erkek yapmadınız?’ diye sorduğuna göre de, dış dünyaya oldukça açık bir insandı. Melek Nimet Hanım, Eminönü’nde tütüncülük yapan İsmail Bey ile evlenmiş; evinin kadını olmuştu. Ama bu ona yetmiyordu.. .
Asıl işi tütün satıcılığı olan eşi İsmail Özden, ‘Tayyare Piyangosu’ bileti satışını da yürütüyordu. O yıllarda idare, piyango bileti satışını teşvik amacıyla ‘veresiye’ bilet satılmasına izin verdiğinden, İsmail Efendi de bu uygulamaya başlamış, ancak sattığı biletlerin parasını toplayamadığından, büyük zarara gitmişti.
Rakipleri önce yadırgadılar, sonra engellemeye çalıştılar
İşte o günlerde, eşinin uyuyamadığını, sıkıntıdan kıvrandığını gören Melek Nimet, ‘İsmail, bu kadar parayı nasıl batırdın, bak ben bu işi yapayım da gör’ diyerek kolları sıvar. Evde de sözü geçen bir kişi olduğu için, bu isteğini eşine kabul ettirir.
Yıl 1930’dur; Türkiye’de ‘Cumhuriyet’ rejimi vardır; ama ‘Nimet Abla’nın piyangoculuk girişimi, bu işi meslek edinmiş erkekler arasında önce şaşkınlık sonra da tepki yaratır.
Piyango dünyasında bir kadın, olacak iş midir yani?.. Yıllarca köşe başlarını tutmuş ser bayiler (başbayiler) bu girişimi bıyık altından gülerek karşılar. Erkeklerin bile zorluk çektiği, bilet paralarını toplayamadığı için güç durumda kaldığı bu işi, bir kadın nasıl başaracaktır? Böyle düşünenler, iş ciddileşince de bilet vermeyerek ‘Nimet Abla’yı engellemek isterler.
Yıl 1928: Galata Köprüsü üzerindeki Kısmet Gişesi İstanbul’lulara talih dağıtıyor.
Piyangoda bir ilk: Promosyonlu satışlar “bir bilet alana bir kutu şeker”
Ama Nimet Abla, tüm engellemeleri aşmayı başarır. Nasıl mı? Bunu da kendisinden dinleyelim:
“Katı kararımı verir vermez hemen işe giriştim. Önce Eminönü’nde kendi malım olan dükkanı açtım. Pangaltı’daki evimi boşaltıp dükkanın üzerine taşındım. Tütün, kırtasiye ve bilet satışına başlayınca ser (baş) bayiler, küçük bayiler, ‘Aman bizim müşterimizi almasın’ diye rekabete girdiler. O kadar ileri gittiler ki bilet vermediler bana… Bin bir müşkülatla bin 500 bilet alıp sattım. Arkası gelmeyince Piyango Müdüriyeti’ne başvurdum. Önce ser bayiden almamı söylediler. Nihayet ‘Vermezseniz Ankara’ya gideceğim’ deyince, 10 bin bilet vermeye mecbur oldular. Biletleri aldıktan sonra Lion fabrikasına gidip 30 kuruştan 250 gramlık kutular yaptırdım. Bir bilet alana bir kutu şeker veriyordum. Bu şekilde 10 bin bileti kısa zamanda sattım.”
Nimet Hanımdan yenilikler
Reklamın, iletişimin ve promosyonun önemini anlayan Melek Nimet Hanım, piyango dünyasındaki ilk girişiminden zaferle çıkmış, bu zafer ona şöhret yollarını da açmıştı. Hele büyük ikramiyelerden bazılarının sattığı biletlere çıkması, ününü iyice pekiştirdi. En büyük rakibi kapı komşusu ‘Tek Kollu Cemal’in, onun karşısına geçip, ‘Siz bilet satışında beni geçemezsiniz’ demesi de Nimet Hanım’ı yıldırmadı. Sürekli yenilik arayışı içindeydi. Sattığı biletlerin kaybolmasını önlemek amacıyla ön yüzünde kendi fotoğrafının yer aldığı ‘bilet zarfları’ bastırmış, Anadolu’daki müşterileriyle mektupla iletişim kurmuş, ödeme zorluğu olanlar için, taksitle bilet alma olanağı sağlamıştı.
Bilet alanları defterine adresleriyle yazıp takip ediyor
Melek Nimet, kendisinden bilet alanların adresini bir deftere kaydediyor, daha sonra da tüm çekilişleri izliyor, sattığı bilete ikramiye çıkması halinde, peşindeki gazetecilerle birlikte talihlinin evine gidiyordu.
Kapıyı açanın, karşısında Nimet Abla’yı görünce kapıldığı sevinci düşünün! Daha çekiliş listesi gazetelerde yer almadan, resmi liste yayımlanmadan Nimet Abla, gıcır gıcır banknot destelerini -komisyon ya da o zamanki adıyla bahşiş almadan- talihliye uzatıyor, birlikte çekilen fotoğraflar ertesi gün gazetelerde yayımlanıyordu.
7 Haziran 1940’da yapılan Milli Piyango çekilişi, heyecanla izleniyor
Gazete ilanlarıyla talihlilerini duyuruyor
Nimet Hanım bununla da yetinmiyor, Cumhuriyet ya da Son Posta gazetelerinin arka sayfalarına tam sayfa ilan vererek talihlileri halka duyuruyordu. O bunu yapınca en büyük rakibi Tek Kollu Cemal durur mu? Hemen arkasından onun ilanı yayımlanıyordu. Ama ikramiye çıktığını -tek tük de olsa- ailesinden saklamak isteyenler de oluyordu tabii. Bir talihli tam 5.5 ay saklanmış, ancak Nimet Özden, bir dedektif gibi çalışıp onu bulmuş ve ikramiyesini vermişti!
Nimet hanım’dan Nimet Abla’ya
Nimet Abla, o yorucu yılları daha sonra kendisiyle 1952 yılında röportaj yapan Akın gazetesi muhabiri Burhan Rıza Aköz’e kısaca şöyle anlatacaktı:
“O yıllarda çok çalıştım, çok didindim, çok yoruldum. Dükkanın üzerinde yattığım için, sabah 6’da kalkıp karda kışta, gece yarısına kadar çalışıyordum. Hakikaten bu mücadele çok çetin oldu. Ama Cenab-ı Allah’ın da yardımı ile muvaffak oldum. Ne kadar şükretsem azdır. İşte bu satışlarda, biletlerimin birçoğuna büyük ikramiyeler çıkmıştı. Ben de reklam olsun diye, ikramiye çıkan biletleri dükkanıma astım. Bu vaziyeti gören halk, o günden sonra bana ‘Nimet Abla’ demeye başladı. O gün bugündür, herkesin Nimet Ablası’ yımdır.”
Eminönü’ndeki ‘Talihli Gişe’nin adı ‘Nimet Abla’ gişesi olarak değiştirilirken, istimlak nedeniyle yeri de değişir. Nimet Abla gişesi 1938 yılında, bugünkü yerine taşınır. En büyük rakibi ‘Tek Kollu Cemal’ de hemen bitişiğindeki yeti tutar.
Gençliğini bilenlerin “Alımlı, çalımlı, boylu, poslu bir güzel” olarak tanımladıklar Nimet Abla’nın bir özelliği de hayırseverliğiydi. Kendisine bilet için değil de, para için uzanan elleri geri çevirmiyor, yoksul çocukları giydiriyor, parasız gençleri üniversitede okutuyor, çocuğu olmadığından, manevi evlat edindiği kızların her şeyiyle yakından ilgileniyordu.
Diyanet’ten “Piyango haram değildir” diye görüş aldı
Piyango işine başlarken dönemin Diyanet İşleri Başkanı’ndan, “Piyango’nun haram olmadığı” yolunda görüş alan, iki kez hacca giden ve yaşamının son yıllarında, Esentepe’de bir cami yaptıran Nimet Abla, eşinin ifadesine göre, içki ve sigara kullanmaz, piyango bileti de almazdı. Sadece çay tiryakisiydi. Eminönü’ndeki küçücük gişede sabahtan akşama kadar kocaman bir semaver kaynar, karı koca işten zaman buldukça bardak bardak çay içerlerdi.
İsmail Özden, Nimet Abla’nın kimi özelliklerini, ölümünden önce Milliyet gazetesinde yayımlanan bir röportajda şöyle anlatır:
“Evde onun sözü geçerdi. Kılıbık da değildim ama… Böyleydi…
– Nimet Hanım eğlenceyi sever miydi?
– Reklam için her şeyi yapardık. Mesela Taksim Belediye ya da Maksim Gazinosu’na giderdik. Tekmil garsonlar el-pençe divan dururdu bize. Hepsine para dağıtırdı. ‘Bunlar gazeteye verilen reklamlardan daha güzel’ derdi. Eğer o zamanlar kazandığımız para bankada kalsaydı beş para etmezdi. Apartman aldı, ödedi. Büyükdere’de yalı aldı, ödedi. Küçük Bebek’te çok büyük bir arsa vardı, onundu. O zamanlar 100 bin liraya almıştı. Sonra bir gün satıverdi. Aklına koyduğunu yapardı.”
Nimet Abla özel atlı arabasıyla Taksim Meydanı’nda.
Nimet Abla, ileri yaşlara kadar bilet satışını sürdürdü. Sonra bir gün, ortadan kayboluverdi. Onun uğurlu elinden bilet almak isteyenleri gişede, eşi ve yeğenleri karşılıyordu. Nimet Abla, evinde hasta yatıyordu. Geçirdiği rahatsızlık sonucu, herkese bilet uzatarak şans dağıtan elleri, artık kımıldamıyordu. Ama beyni tüm gücüyle çalışıyor, eşinden ve yakınlarından mesleğini devam ettirmelerini istiyordu. Bu durum tam iki yıl sürdü. Nimet Abla, 27 Temmuz 1978 günü, kimi kaynaklara göre 83, kimine göre de 85 yaşında hayata gözlerini yumarken adı çoktan efsane olmuş bir insandı. Eşi İsmail Özden de 1992 yılında hayata veda etti. Nimet Abla gişesini, bugün onunla aynı adı taşıyan yeğeni Nimet Özden ve kuzeni İsmail Özden’in de aralarında bulunduğu akrabaları çalıştırıyor. Duvarda asılı fotoğraflarda Nimet Abla, yılların ötesinden, dudaklarında bir tebessüm, sessizce onları izliyor. Gişelerin önü yine kalabalık, yine dolu.
Ülkemiz de ilk ‘resmi piyango’
Türkiye’de, özel kuruluşların düzenledikleri dışında, ilk ‘resmi piyango’ 1926 yılından itibaren, Türk Tayyare Cemiyeti’ tarafından gerçekleştirildi. 9 Ocak 1926’da çıkarılan yasayla, Türkiye’de ‘karşılığı nakit olarak ödenmek üzere’ piyango düzenleme hakki, Türk Tayyare Cemiyeti’ne verildi. Cemiyetin düzenlediği piyango da Tayyare Piyangosu’ diye adlandırıldı. Bu isim, 1939’da Milli Piyango İdaresi kurulana dek sürdü.
Tayyare Piyangosu kısa sürede benimsendi. 50 kuruş ya da 1 lira karşılığında 30 bin lira gibi, o yıllara göre hayli büyük bir ikramiyeyi kazanma olasılığı, rağbeti artırdı.
Bir adet Cumhuriyet Altını’nın 8,5 liraya satıldığı 1930’da 30 bin liralık ‘büyük ikramiye’ ile (bileti üstte) tam 3 bin 529 altın alınabiliyordu. Yani o günün 30 bin lirası, bugünün 332 milyarına eşitti. (Not : Yazı Temmuz 2002 tarihli Popüler Tarih dergisinde yayınlandığına göre bu hesapta o güne ait olmalı).
Geçmişin Ünlü ‘Umut Satıcıları’
‘Nimet Abla’ efsanesinin şekillendiği yıllarda, en az onun kadar ünlü başka piyango satıcıları da vardı. Bunlar; ‘Tek Kollu Cemal’, ‘Uzun Ömer’ ve ‘Cüce Simon’du.
1937’den bir anı: Tek Kollu Cemal’in gişesi önünde kuyruk.
Tek Kollu Cemal
Tek Kollu Cemal, bir anlatıma göre, astsubayken bir kolunu Kurtuluş Savaşı’nda muharebe alanında bırakmış; kimilerine göre de geçirdiği bir kaza sonucu askerlik yaşamına veda edip geçinebilmek için bu işe başlamıştı. Eminönü’nde küçük gişesinde eşiyle birlikte bilet satardı.
Uzun Ömer köprüaltındaki gişesinin önünde Sait Faik’in sorularını yanıtlıyor.
Uzun Ömer
Önceleri Karaköy’de daha sonraları Köprüaltı’nda, Adalar İskelesi’nde bilet satan ve 2 metre 40 santimlik boyuyla, gerçek bir ‘dev’ olan Uzun Ömer de piyango dünyasının efsanevi kişileri arasında yer alırdı. Annesi, babası ve beş kardeşi ‘normal’ boyda olan Uzun Ömer’in boyu 15-16 yaşlarındayken uzamaya başlamış, bir süre tedavi edilmesine rağmen, bu büyümenin önü alınamamıştı. Bilecikli olan Uzun Ömer, birkaç başarısız iş girişiminden sonra İstanbul’a gelip piyango bileti satıcılığına başlamıştı.
Efendi yaradılışlı, yumuşak başlı, terbiyeli ve konuşmayı pek fazla sevmeyen bir insandı. Ne yazık ki ömrü, boyu kadar uzun olmadı: 2 Şubat 1960 günü, 41 yaşındayken kalp yetmezliğinden hayata veda etti.
Cüce Simon
Cüce Simon ya da gerçek adıyla Simon Sevsay ise Uzun Ömer’in tam tersine, 1 metreyi bile bulmayan boyuyla adeta bir ‘parmak çocuk’ gibiydi. O, günümüz seyyar bilet satıcılarının öncüsüydü ve çalışma alanı Beyoğlu’ydu.
1892 yılında İzmit’te doğan Simon, İzmit Lisesi’ni 4. Sınıftan terk ettikten sonra tiyatroya merak sarmış, güldürü ustası Naşit’in, Güllü Agop Tiyatrosu’nda sahneye koyduğu ‘Leblebici Horhor’ operetinde ve birkaç filmde rol almıştı. Sonunda piyango bileti satıcılığında karar kılan Cüce Simon , daima şık gezer ve elinden bastonunu eksik etmezdi. Sürekli işe çıkmaz; arada, ceplerine doldurduğu biletlerle Taksim’de, Galatasaray’da, İstiklal Caddesi’nde dolaşır; Çiçek Pasajı gibi içkili mekanlarda müşterilerinin ikramını geri çevirmez, biletlerini de birkaç saat içinde tüketirdi. Cüce Simon, 1976 yılında 74 yaşındayken kalbine yenik düştü.
Kör Hristo ve Sezen Abla
Geçmişin ünlü umut satıcılarını anlatırken ‘Kör Hristo’ ile Sezen Abla’yı da unutmamak gerekir. İki gözü de görmeyen Hristo’nun çalışma alanı Galata, Sezen Abla’nın bölgesi ise Bakırköy’dü.
Meraklısına küçük bir bilgi: Ünlü güldürü ustaları Naşit Özcan ve Hazım Körmükçü de yaşamlarının bir döneminde, piyango bileti satıcılığı yapmışlardı.
Trackbacks & Pingbacks
[…] Nimet Abla ve Piyangosu […]
Yorumlar kapalı.