2. Gün gezeceğimiz bölge “Sultanahmet Bölgesi”…
Sultanahmet Bölgesi: Tıpkı Bizans döneminde olduğu gibi Osmanlı’da da şehrin merkezi olma özelliğini koruyan bölge sadece Bizans değil aynı zamanda Osmanlı eserlerinin en güzel örneklerini barındırmasıyla bir nevi açık hava müzesi gibidir. Günümüze çok az kalıntısı ulaşan Büyük Saray, yapıldığı dönemde Dünyanın en büyük halen ise dördüncü büyük mabedi olan Ayasofya Kilisesi ve toplumsal eğlencenin yapıldığı Hipodrom bölgenin her bakımdan şehrin sosyal merkezi olduğunun bir göstergesidir. Tüm bu binalara ilaveten yoğun bir şekilde yer alan Sarnıçlar da bölgedeki diğer önemli yapılardandır.
Osmanlı döneminde de gerek Topkapı Sarayı’nın gerekse Bab-ı Ali’nin bu civarda olması, ilerleyen yıllarda yapılan Sultan Ahmed Külliyesi, Haseki Hürrem Hamamı, İbrahim Paşa Konağı gibi yapılar fetihten sonra da bölgenin merkez olarak kaldığının işaretidir.
Günümüzde ise turistlerin uğramadan gitmedikleri, neredeyse aradıkları tüm dönemlere ait eserleri buldukları bölge nargile keyfi ve hediyelik eşya açısından pek çok alternatif sunmaktadır.
- Hipodrom (Sultanahmet Meydanı): Bizans döneminde şehrin eğlence, spor ve toplantı merkezi olan Hipodrom, Osmanlı döneminde Atmeydanı, Cumhuriyet döneminde ise Sultanahmet Meydanı olarak anılmaya başladı. İlk olarak İmparator Septimus Severus döneminde yapılan ve Büyük Konstantin tarafından genişletilen, Bizans’ın şenliklerine ve kanlı ayaklanmalarına sahne olan 100.000 kişilik Hipodrom Osmanlı’da da çeşitli şenliklerin, saray düğünlerinin, cirit oyunlarının ve hatta yeniçeri isyanlarının gerçekleştiği bir yer olmuştur. Roma’ya giden yolun başlangıcı ve İstanbul’un merkezi kabul edilen noktada bulunan Milyon Taşı’nın hemen yanında bir de su terazisi bulunmaktadır. Sultanahmet Meydanı’nda bulunan en önemli yapılar arasında İÖ. 1550’de Firavun III. Tutmosis tarafından bir zafer anıtı olarak Luksor’daki Karnak Tapınağı’na dikilen ve İmparator Büyük Theodosius tarafından İstanbul’a getirilen Dikilitaş, Delphi’deki Apollo Tapınağı’ndan getirilen üç yılanın birbirine dolandığı Burmalı Sütun ile VII. Konstantin Profirojenet tarafından 10. yüzyılda yaptırılan ancak 1204 yılındaki Latin İstilası’nda İstanbul’u yağmalayan Latinlerce para basmak için sökülen Örme Sütun’un yanı sıra II. Whilhelm’in İstanbul’a gelişi anısına Almanya’da yapılıp İstanbul’da monte edilen, içi altın mozaiklerle kaplı kubbesiyle Alman Çeşmesi bulunmaktadır.
- Ayasofya: Döneminde Doğu Hıristiyanlığının merkezi olan Ayasofya sadece Bizans’ın en büyük Kilisesi değil, aynı zamanda Dünyanın da en büyük mabediydi. Daha önce ortaya çıkan ayaklanmalarda iki kez yakılan kilise son olarak 532-537 yılları arasında eski Roma İmparatorluğu’nu yeniden bir araya getirmeyi hedefleyen İmparator Justinyanos tarafından bu niyete uygun bir büyüklükte yeniden inşa edildi. Ayasofya’ya ilerleyen zamanlarda da yalnızca Londra’daki St. Paul, Roma’daki San Pietro ve Milano’daki Duomo Katedrali geçmiştir./ İlerleyen zamanlarda da yalnızca üç yapı Ayasofya’yı geçebilmiştir. Kilise İmparatorluğun iki dahi mimarı geometri bilgini Miletoslu İsidoros ve matematikçi Trallesli Antemiyos tarafından daha önce daire planlı yapılarda kullanılan kubbeyi dört köşe bazilikal plan üzerine oturtarak yapılmıştır. Kubbenin iki yanına eklenen iki yarım kubbeyle mekanın genişletilmesi ise yapıdaki mimari dehanın ve yeniliğin işaretidir. Uzunluğu 100 metreyi geçen kilisenin yüzölçümü 7570 m²’dir. Kubbenin yerden yüksekliği 55,60 m, çapı ise 31-32 metredir. Binanın yapımında İmparatorluk topraklarında bulunan ve içlerinde Dünyanın yedi harikasından biri olan Efes Artemis Tapınağı da dahil pek çok eserden parçalar kullanılmıştır.
1204 yılındaki Latin İstilası’nda yağmalanan Kilise İstanbul’un fethi ile şehrin en önemli camisi haline gelmiş, Osmanlılar tarafından gösterilen ihtimamla günümüze ulaşmıştır. Uzun süre alçıyla kaplandığı için muhafaza edilmiş olan mozaikler Bizans sanatının çok nadide örneklerindendir. Ayrıca Osmanlı döneminde binaya minare, mihrap, minber, hünkar mahfili, şadırvan, muvakkithane ile II. Selim ve III. Murad Türbeleri gibi ilave yapılar eklenmiştir.
- Sultan Ahmed Külliyesi: 1609-1616 yılları arasında eski Bizans Saray kalıntılarının üzerine yapılan Camii altı minaresiyle Dünyadaki tek örneğidir. I. Ahmed tarafından Mimar Sedefkar Mehmed Ağa’ya yaptırılan caminin içindeki duvarlarda kullanılan 20.000’i aşkın İznik çinisi 260 adet pencereden süzülen ışıkla tam bir renk cümbüşü meydana getirmektedir. Batılı gezginlerin Camiye “Mavi Cami” demelerinin sebebi de bu çinilerdir. Mihrapta bulunan Hacer-ül Esved’den bir parçanın yanı sıra mihrap, minber, kapı ve pencerelerdeki sedef işlemeler, tahta ve madeni oymacılık hep orijinal olup görülmeye değerdir. Caminin kapı ve pencerelerindeki sedef işlemeleri, tahta ve madeni oymacılık örnekleri ile Marmara Adası’nın beyaz mermerinden yapılmış olan mihrap ve minberi görülmeye değer eserler arasındadır.
- İbrahim Paşa Sarayı: Hipodrom’la Adliye Sarayı’nın arasında kalan İbrahim Paşa Sarayı 16. yüzyıl Osmanlı sivil mimarisinin en önemli örneklerindendir. Kanuni Sultan Süleyman binayı hem çocukluk arkadaşı, hem damadı, hem de Sadrazamı olan İbrahim Paşa’ya hediye etmiştir. Padişah ve ailesinin o zamanki adı Atmeydanı olan Sultanahmet Meydanı’nda yapılan düğün, şenlik ve diğer törenleri izlediği sarayın ahşap yerine kagir olması günümüze kadar sağlam bir şekilde ayakta kalmasını sağlamıştır. Zaman içinde kışla, elçilik sarayı, defterhane, dikimevi, cezaevi olarak da kullanılan ve 1983’te onarılan bina günümüzde Türk ve İslam Eserleri Müzesi olarak kullanılmaktadır. Türk Halı sanatının erken örnekleri ile ahşap çini, maden sanatından örneklerin sergilendiği müzenin hat koleksiyonu da Dünyanın sayılı büyük koleksiyonlarından biridir.
- Bu güzergah içerisinde gezilecek diğer önemli noktalar şunlardır;
Yerebatan Sarnıcı, III. Ahmed Çeşmesi, Soğukçeşme Sokağı, Haseki Hürrem Hamamı, Binbirdirek Sarnıcı, Büyük Saray Mozaikleri Müzesi, Caferağa Medresesi, Kabasakal Medresesi, Firuzağa Camii, Sokullu Mehmed Paşa Camii, Zeynep Sultan Camii (Aya Maria), Dede Efendi’nin Evi.