Stratejik konumu nedeniyle MÖ 500’lerden başlayarak hızla gelişen Üsküdar’ın eski adı Hrisopolis (Altın Şehir)’dir. Adının Perslerin bütün Anadolu’yu yağmalayarak elde ettikleri serveti burada saklamalarından geldiği ileri sürülür. Kimileri ise gün batımında Marmara üzerinde batan güneşin son ışıklarıyla altın rengine dönüştüğü için böyle adlandırıldığını söyler. Hrisopolis’in Üsküdar’a nasıl dönüştüğü de ayrı tartışma konusudur. Bir görüşe göre, İmparatorun deri kalkanlı muhafızları burada oturduğundan ve Grekçe “skitos”, tabaklanmış deri anlamına geldiğinden, buradan türeyen bir sözcük Roma döneminde Skutari’ye dönüşmüştür. Osmanlı döneminde idari açıdan dört kadılığa bölünen İstanbul’daki kadılardan birinin Üsküdar’da oturması semtin o dönemdeki önemini ortaya koyar. Ayrıca her yıl hacca gidenlerin oluşturduğu Sürre alayları da yola Üsküdar’dan çıkar, burada büyük törenler yapılırdı. Türkçe’nin en yaygın deyimlerinden biri olan “Atı alan Üsküdar’ı geçti” sözü de buranın Anadolu’ya açılan bütün büyük yolculukların başlangıcı olmasından kaynaklanmaktadır. Ayrıca eski İstanbullular Üsküdar’ı “Kâbe Toprağı” tanımıyla mukkades bir yer olarak kabul ederlerdi. Bugün ise kısmen eski günleri yaşatan dokusuyla Üsküdar, İstanbul’un görülmeye, dolaşılmaya değer semtlerinden biridir.

Mihrimah Sultan Külliyesi

Kanuni’nin kızı Mihrimah Sultan’ın, diğeri Edirnekapı’da olan iki büyük külliyesinin ikincisidir. Mimar Sinan tarafından yapılan caminin kapısındaki kitabeye göre yapım tarihi 1548’dir. Sinan bu özgün denemesinde büyük kubbeyi kuzeyden destekleyen yarım kubbeyi kaldırmış ve iç mekanı genişletmiştir. Son cemaat yeri yedi kubbelidir. Caminin iç duvarları ve kubbe kalem işleriyle süslüdür. Minare barok üslupta olup 19. yy’da yenilenmiştir. Caminin güney batısında bir sıbyan mektebi vardır.

Kanaat Lokantası

Eskiden hatırlayabildiğiniz ya da yaşınız müsait değilse hiç tatmamış olduğunuz Osmanlı Türk yemeklerinin cenneti burası. Bu açıdan İstanbul’da sayılı birkaç lokantadan biri. Elbasan tava, hünkar beğendi, sac kavurma, Özbek pilavı, zeytinyağlıların her çeşidi, tatlılardan ekmek kadayıfı, yassı kadayıf, aşure, ev yapımı dondurmalar son derece usulüne uygun, özenle yapılmış olarak sizi bekliyor. Yemekten anlayanlar 1933’ten beri aynı kaliteyi sürdüren bu lokantadan vazgeçemiyorlar.

3. Ahmed Çeşmesi

Bu meydan çeşmesi Sultan 3. Ahmed tarafından Üsküdar’da gömülü olan annesi Gülnuş Emetullah Sultan anısına 1728’de yaptırılmıştır. Pek çok yabancı gezginin dikkatini çeken bu dört yüzlü meydan çeşmesi nin cephelerinde, yapıldığı dönemin şairleri Nedim, Rahmi ve Şakir’in şiirleri yer alır. Çeşmenin bir başka özelliği de, deniz tarafındaki cephede yer alan iki mısralık kitabeyi aynı zamanda iyi bir hattat olan Sultan Ahmet’in Nevşehirli İbrahim ile ortak yazmış olmasıdır.

Yeni Valide Külliyesi

1710’da 3. Ahmed’in annesi Gülnuş Emetullah Sultan adına yaptırılan cami, imaret, türbe, sebil, çeşme, mektep, bedesten, şadırvan ve irili ufaklı diğer bazı yapılardan oluşan büyük bir külliye olarak inşa edilen eserin bazı bölümleri günümüze ulaşamamıştır. Camiye avlusunda bulunan beş kapıdan girilir. Şadırvanın bulunduğu iç avlu ise üç kapılıdır. Şadırvan sekiz yüzlü, tunç şebekeli güzel bir eserdir. Klasik mimari ölçüler içinde inşa edilen külliyede sebilin yanında ve cadde üzerinde Gülnuş Emetullah Sultan’ın türbesi yer alır. Üzeri açık türbenin içinde valide sultanın iri, mermer mezartaşı bulunur. Cami kare bir planda yapılmıştır ve kubbe dört fil ayağı üzerine oturur. Caminin deniz tarafına bakan tarafında ahşap bölümleri olan hünkar mahfili yer almaktadır.

Aziz Mahmud Hüdai Camii ve Külliyesi

Üsküdar’da Gülfem Hatun Mahallesi, Aziz Mahmud Hüdai Sokakta bulunan bu ünlü sufinin türbesi ve tekkesi büyük bir külliye halindedir. Eskiden zikir meydanı olarak kullanılan kargir tevhidhanesi günümüzde cami olarak ibadete açıktır. Diğer yapıları kısmen mevcut olan tekke Celveti tarikatının merkezi durumunda olan bir asitanedir. Yapım tarihi 1598 olarak gösterilmektedir. Aziz Mahmud Hüdai’nin türbesi İstanbul’da kutsal gücüne inanılan ve çok ziyaret edilen mekanlardan biridir.

Karakol

Sultan Abdülmecid tarafından 1842’de yaptırılan bina Şemsi Paşa Karakolhanesi olarak bilinir. Uzun zaman boş kalan yapı 1975’de arka bölümüne yapılan yeni ilavelerle Hava Kuvvetleri Lokali olarak hizmete girmiştir.

Ayazma Camii

Üsküdar sahilinin hemen her yerinden görülen bu güzel ve ulu cami, 1760’da 3. Mustafa tarafından annesi Mihrişah Emine Sultan ile kardeşi Şehzade Süleyman adına yaptırılmıştır. Mimarı Mehmed Tahir Ağa’dır. Mektep, hamam, çeşmeleri ve çarşısı vardır. Tek kubbesi olan cami Türk barok üslubunda kare planlıdır. İçinde çini yerine renkli mermer panolarla süsleme yapılmıştır. Güney cephesinde güzel kuşevleri olan yapının hamamı harap bir haldedir. Bahçesindeki ufak mezarlıktaki mezar taşlarında Osmanlıların kullandığı serpuşların (başlık) birçok örneği görülebilir.

Şemsi Paşa Külliyesi

Boğaz’ın Marmara ile birleştiği noktada Mimar Sinan tarafında yaptırılmış olan bu eser Türk mimarlığının küçük ölçekli şaheserlerindendir. Yavuz Sultan Selim ve Kanuni’nin vezirlerinden Şemsi Ahmed Paşa tarafından yaptırılmıştır. Cami kare planlı tek kubbelidir. Caminin diğer bir adıda Kuşkonmaz Camii’dir. 1580’de yapılan Külliyede Şemsi Paşa’nın türbesi ve bir darülhadis de vardır.

Doğancılar Camii

Çakırcıbaşı Hasan Paşa tarafından 1558’de yaptırılmıştır. Çatısı ve son cemaat yeri ahşap olan yapının bir adı da Çakırcıbaşı Camii’dir. Hemen önünde 1910’lara kadar semtin meydanı olan yerde Doğancılar Parkı vardı. Eskiden ordu doğu seferine çıktığında Sultanın otağı burada kurulur, teftiş burada yapılırdı.

Hacı Ahmed Paşa Türbesi

Doğancılar Camii’nin batı köşesinde bulunan muntazam kesme taştan tek kubbeli bir yapıdır. Mimar Sinan yapısı olan türbede 1576’da ölen Hacı Ahmed Paşa gömülüdür.

Doğancılar Parkı

Üsküdar’ın konak ve köşkleri ile meşhur olan semti Doğancılar’ın eskiden meydanı olan bu park, 1910’lu yıllarda belediye başkanı Cemil Topuzlu Paşa zamanında düzenlettirilmiştir. Park yapıldıktan sonra meydan kimliğini kaybeden bu yerde eskiden ordu, doğu seferine çıkarken Serdar Otağı burada kurulur, ordu teftiş edilir ve öyle sefere çıkılırdı. Şimdi Üsküdar’ın bol yeşillikli şirin bir köşesi olan bu park bakımlı yeşil alanlardan biridir.

Rum Mehmed Paşa Camii

Bursa camilerini hatırlatan mimarisiyle bir ekol olmuş camilerden biridir. Fatih’in sadrazamlarından Rum Mehmed Paşa tarafından yaptırılmıştır. Hamamı ve medresesi yıkılan yapının bahçesinde günümüze ulaşabilmiş, sayıları 100’ü geçmeyen Fatih devri mezartaşları vardır. Çeşitli tarihlerde onarımlar gören yapının sol tarafında Rum Mehmed Paşa’nın tek kubbeli ve sekiz köşeli türbesi vardır.

İmrahor Camii

Ciğalazade Sinan Paşa’nın imrahoru Mehmed Ağa tarafından 1597’de yaptırılmıştır.

Mimar Sinan Hamamı

Valide Sultan Hamamı veya Yeşil Direkli Hamam adıyla bilinen bu çarşı hamamı, Mimar Sinan yapısı olup Üsküdar’ın en ünlü hamamıydı. Uzun zaman boş kalmış ve farklı amaçlar için kullanılmıştır. 1962’de onarılarak Mimar Sinan Çarşısı adıyla alışveriş merkezi olmuştur.

Ahmediye Külliyesi

Tersane Kethüdası Eminzade Hacı Ahmed Ağa tarafından 1722’de meyilli bir arazi üzerine yaptırılan külliye cami, medrese (tekke), kütüphane, sebil, çeşme, türbe ve hazireden meydana gelmektedir. Külliyenin bir bölümü 1945’ten bu yana imaret olarak yoksullara yemek dağıtmaktadır. Cami moloz taştan, minare ise kesme taştan inşa edilmiştir.

Atik Valide Külliyesi

Valide i Atik, Valide Sultan, Nur Banû Camii gibi isimlerle anılan bu büyük külliyeyi 1583’te Nur Banû Valide Sultan Mimar Sinan’a yaptırdı. Üsküdar’da Valide Sultan diye anılan üç yapı olduğundan Sinan’ın en güzel eserlerin den biri olan bu cami Orta Valide Camii adıyla bilinir. Caminin sağında darüşşifa, solunda zaviye ve kuzeyinde medresesi yer alır.

Çinili Hamam

Mahpeyker Kösem Sultan tarafından 1642’de medrese ve cami ile birlikte yaptırılmıştır. Hamam, ismini içinde çini olmamasına rağmen karşısında bulunan camiden alır. 1963’te onarım gören hamam klasik bir semt hamamıdır.

Muharrem Nuri Birgi Yalısı

18. yy’dan kaldığı tahmin edilen bu yalı bir zamanlar eski Salacak Sarayı’na bağlı olduğu bilinen dört evden tek ayakta kalandır. Tırnakçızadelerden Çürüksulu Ahmet Paşa Ailesine geçen yalı, bu ailenin son ferdi Belkıs Hanım tarafından Büyükelçi Muharrem Nuri Birgi’ye satılmış ve yalı onun adıyla ünlenmiştir. En son büyük onarımı 1968-1971 arasında mimar Turgut Cansever gerçekleştirmiştir. Pek çok davetin veril diği yapı, aralarında kemancı Yehudi Menuhin’in de olduğu ünlü konukları ağırlamıştır.

Kız Kulesi

İstanbul’un simgesi haline gelen Kız Kulesi, Boğaz’ın ağzında Üsküdar açıklarındaki bir kayalığın üzerine kuruludur. Kız Kulesi’nin mitolojiye konu olmuş öykülerini ilk yazıya geçiren Latin ozan Ovidius’a göre, genç Leandros Afrodit mabedi rahibelerinden Hero’ya tutulur ve ona kavuşmak için her gece yüzerek sevgilisi ile buluşmaya gelir. Ancak bir gece fırtına feneri söndürür ve yolunu kaybeden Leandros boğularak ölür. Ertesi sabah kayalıklara vuran sevgilisinin cesedini bulan Hero da intihar eder. Aslında Çanakkale Boğazı’na ilişkin olan bu öykü, 18. yy’da İstanbul’a uyarlanınca kulenin adı da Batı yazınına Leandros Kulesi olarak geçmişti.
Mitolojiyi bir yana bırakıp tarihe baktığımızda MÖ 411’deki Atina- İsparta savaşından beri kulenin değilse bile kayalıkların adının tarihe geçtiğini görüyoruz. 12. yy’da Bizans imparatoru İ. Manuel Komnenos bu kayalık üzerine bir savunma kalesi yaptırdı. Burası da Grekçe Arkla olarak adlandırıldı. Fatih ise İstanbul’u fethettikten sonra buradaki kaleyi yıktırıp yerine kendi kalesini yaptırdı. 1510 depreminde büyük zarar gören kulenin Yavuz Selim’in emriyle onarıldığı biliniyor. 1600’lerde yapılan İstanbul gravürlerinde Kız Kulesi dört köşe, üstü mazgallı bir kule olarak çizilmektedir. Bu dönemde deniz feneri işlevi üstlenen kule, bu işlevi dışında da birkaç kez kullanılmıştır. 1. Mahmud daha sonra idam ettireceği Kızlarağası Beşir Ağa’yı önce buraya hapsettirmişti. 3. Osman da azlettiği sadrazamı Hekimoğlu Ali Paşa’yı Kıbrıs’a sürdürmeden önce buraya hapsetmişti.
Lale Devrinde 1719’da bir Çırağan eğlencesi sırasında kuvvetli rüzgarın etkisiyle tutuşup yanan kuleyi Damat İbrahim Paşa yeniden yaptırırken, üzerine cam bir köşk oturtup, kub besini de kurşunla kaplatmıştı. 1830’lardaki kolera salgını sırasında da kule karantina hastanesi olarak kullanılmıştı. Bugüne kadar esas olarak bir deniz istasyonu görevi üstlenen kule, son halini 2. Mahmud döneminde almıştır (1808-39). 1943’te ise binanın dış görünümüne hiç dokunulmadan içeriden betonla takviyeye alınmış ve ömrü uzatılmıştır. Kule, yakın dönemde geçirdiği son restorasyonu takiben şık bir restorana dönüştürülmüştür.

Çinili Camii

Valide Sultan Kösem tarafından yaptırılan bu 17. yy camii, adından da anlaşılacağı gibi duvarlarını kaplayan çini leriyle ünlüdür. Boyutları ba kımından iddiasız ama hoş bir camidir.

Surp Haç Kilisesi

17. yy’da yapılan kilise, 1830’da saray mimarı Serveryan tarafından kargir olarak yeniden inşa edildi. Kesme taş çan kulesi ise 1882’de eklendi. Ek binaları Gülbenkyan’ın bağışlarıyla yeniden inşa edilmiştir.