Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi’nde 21 Ocak – 1 Nisan 2012 tarihleri arasında “Konstantiniyye’den İstanbul’a – 19. Yüzyıl Ortalarından 20. Yüzyıla Boğaziçi’nin Anadolu Yakası Fotoğrafları“ sergisi düzenlendi. Bu serginin açılışında bulunan basın mensuplarına bir bülten dağıtıldı. Bu bülten içerisinde eski İstanbul fotoğrafları ve şimdi paylaştığım semtler hakkında metinler yer alıyordu bu metinlerin İstanbul’a dair bir “blog”ta kullanılması doğru olur düşüncesi ile paylaşıyorum…
Su toplama alanı Ümraniye, Dudullu ve Alemdağ’a kadar uzanan Göksu deresi, Boğaziçi’nin en önemli akarsuyudur. Denize yakınlaştığı noktada geniş bir düzlük oluşturan bu derenin iç bölümlerinde, özellikle Dudullu ve Ümraniye çevresinde İstanbul’un en eski yerleşim alanlarına rastlanmıştır. Günümüzden 200 bin ile 120 bin yıl öncesine kadar uzanan bu ilk iskan izleri, “akeramik ilk köy” yerleşimi Göksu vadisinin önemini anlatır. 1893 tarihinde inşa edilen Birinci Elmalı Barajı ve 1960’lı yıllardan sonra giderek büyüyen iskan alanları ne yazık ki bu izlerin yok olmasına yol açmıştır.
1626-1627 tarihli mevacib (ödenek) defterlerinden itibaren adı geçen Bağçe-i Sultan Bayezid ve Bağçe-i Göksu hasbahçelerinin akarsuyun iç bölümlerinde olduğu sanılmaktadır. Eremya Çelebi, Sultan IV. Murad döneminde buradaki geniş gül bahçeleri ve güzel yapılardan dolayı padişahın Göksu’ya “Gümüş Servi” adını verdiğinden sözeder. Göksu’nun iç bölümlerine doğru muhtemelen XVII. yüzyılda yapılmış bazı değirmen kalıntıları da bulunmaktadır.
XIX. yüzyılın ikinci çeyreğinde, suyun akışına göre derenin sağ kıyısına, ikinci köprünün yakınlarına, muhtemelen Abdülmecid döneminin ilk yıllarında saraya ait bir kasır yapımına başlanmışsa da inşaat yarım kalır. Batılı yazarların “Asya’nın Tatlı Suları” adıyla anlattıkları bu derede yaz aylarında yoğun bir kayık trafiği yaşanır. Hemen her sınıftan insan için tutkuya dönüşen Göksu gezisi özellikle dönemin tatil günü olan cumaları yoğunlaşır. Bu tarihlerde İstanbul’a gelip de, Göksu gezisine katılmayan Batılı da bulmak imkansız gibidir.
Göksu’nun oldukça içinde kalan Baruthane Mesiresi ile Dört Kardeşler Mesiresi, İstanbul’un önde gelen eğlence alanlarından olmuştur.
Balkan, Çanakkale ve Birinci Dünya Savaşı’ndan dolayı giderek küçülen ekonomi nedeniyle Göksu gezileri son bulur. 1933’te dere kıyısına yapılan Kendir ve Keten Sanayi’nin İp ve Halat Fabrikası sonrasında Yahya Kemal Beyatlı’nın yazdığı satırlar aradan geçen 80 yıla karşın İstanbul’da pek bir şeylerin değişmediğini göstermesi açısından ilginçtir. “Göksu’daki ip fabrikası her yerde teessüs edebilirdi. Burada ipleri bilmem kaç metre uzunluğunda germek mecburiyetinde olduğumuz için mi Türk milletinin târihinde ve Avrupa’da yerleşmiş bir sahifeyi yırtıp atmak bir ip fabrikası için şaşılacak şeydir.”