İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür AŞ, vakıflar haftası dolayısıyla kentte vakıf kültürünün yaşandığı iki farklı döneme ait vakıfların tanıtıldığı “İstanbul’un 100 Vakfı” isimli kitap yayımladı.
İstanbul’da, 6. yüzyıldan 20. yüzyılın başlarına uzanan geniş bir yelpazede vakıf anlayışını ortaya koyan kitap, ilk olma özelliği taşıyor.
Kitapta, İstanbul’da kurulan ve şehir sakinlerine hizmet veren Bizans dönemine ait 6, Osmanlı dönemine ait 94 vakfın bilgileri yer alıyor.
Bizans İmparatorluğu’ndan başlayarak ele alınan İstanbul vakıflarının, kimler tarafından ne zaman ve ne amaçla kurulduğu ve ne tür faaliyetler yürüttüğü detaylarıyla anlatılıyor.
Günümüzde büyük ölçüde önemini yitiren vakıf kültürünün yeniden hatırlatılması amacıyla yayımlanan kitapta yer verilen bilgilere göre, Osmanlı dönemine ait vakıflar içerisinde gerek Müslümanlar gerekse gayrimüslim vatandaşların, padişah ve ailelerinin ve önemli devlet adamlarının kurduğu vakıflar bulunuyor.
Hristiyan esirlerin kurtulması için onlara borç veren Duka Vakfı (1517-1518), mallarını Yenikapı Mevlevihanesi’ndeki dervişlerin ihtiyaçları için harcayan Nikola kızı Rukine Hanım Vakfı (1883), sokak hayvanları için her gün ekmek almayı ihmal etmeyen Hacı Mustafa Vakfı (1822) gibi vakıflardan da örneklerin yer aldığı kitapta, özellikle Osmanlı İmparatorluğu’ndaki vakıf müessesesinin niteliği konusunda bilgiler aktarılıyor.
Kitap yazarları Sinan Ceco, Şeyma Aslıvar ise eserlerini aşağıdaki cümlelerle anlatıyor.
“Esasen İstanbul’da Osmanlı İmparatorluğu’ndan önce, Roma ve daha sonra Bizans devirlerinde de vakıflara rastlansa da nitelik bakımından bazı farklar bulunmaktadır.
Roma Hukuku’nun ilk dönemlerinde vakıf hukuku bulunmazken, daha sonraları vasiyet usulüne dayanan bir vakıf hukuku ortaya çıkmıştır. Fakat bu dönemde vakıflara bağışlanan mallar, herhangi bir hukukun koruyuculuğu altında olmadığından, satılabiliyor, haczedilip kiralanabiliyordu. Bizans İmparatorluğu devrinde ise vakıf müessesesi çok daha gelişmiştir. Bizans İmparatorluğu’nda her kilise ve manastırın; fakirlere, ihtiyarlara ve kimsesizlere yardım maksadıyla kurulmuş bir veya birkaç vakfı bulunuyordu. Bir mütevelli heyeti tarafından yönetilen bu vakıflar, Bizans Hukuku tarafından, hukuki bir şahsiyete sahip olarak kabul ediliyor ve bu nedenle hukukun güvencesine alınmış vakıf malları hiçbir şekilde satılamıyor, devredilemiyor veya mallarla el konulamıyordu.
Osmanlı İmparatorluğu’ndaki vakıf sistemi vakıf müesseselerinin temel farkı ise, toplumun her türlü hizmetine cevap veren bir sistem özelliği sergilemesidir. Dini yapılar ve kurumlar için vakıf faaliyeti yürütülmesinin dışında sokakların aydınlatılmasından duvar yazılarının temizlenmesine, okul çocuklarının pikniğe götürülmesinden fakirlerin evlendirilmesine ve kadın haklarının korunmasından ilaç imalatından esirlerin kurtarılmasına kadar sayısız alanda faaliyet göstermiştir.”