İstanbul Kasırları hakkında ansiklopedik bilgi isteyenler için…
Küçüksu (Göksu) Kasrı (Beykoz)
İstanbul Beykoz ilçesi, Anadoluhisarı’nda, deniz kıyısında bulunan Küçüksu Kasrı’nın XVII. yüzyılda Sultan IV. Murat (1623–1640) döneminde yapıldığı sanılmaktadır. Bu kasır Sultan III. Mustafa (1757–1774), Sultan III. Selim (1789–1807) ve Sultan II. Mahmut (1808–1839) dönemlerinde restore edilmiştir. Bu kasır ile ilgili bilgiler Antoine-Ignace Melling ve Michel François Preault’un XIX. yüzyıl başlarında yaptığı resimlerden öğrenilmektedir.
Kasır denize doğru uzanan tek katlı bir yapı olup, arkasında da iki katlı bir bölüm bulunuyordu. Kasır T planlı olup, ahşap kubbeli, kare planlı bir orta mekân ile bunun çevresinde biri denize doğru olmak üzere uzanan üç yönlü uzantılardan meydana gelmiştir. Kasrın odalarının bir kısmı da deniz yönünde kazıklar üzerine oturtulmuştur. Bu kasır yıkılmış ve yerine bugünkü yapı yapılmıştır. Kasrın ne zaman yıkıldığı konusunda kaynaklarda yeterli bilgi bulunmamaktadır. Bugünkü kasır Abdülmecit döneminde, 1856’da kâgir olarak yapılmıştır. Yapının mimarı Balyan ailesinden Nigogos Balyan’dır. Kasrın iç dekorasyonu Viyana Operası’nın dekoratörü olan Sechan tarafından yapılmıştır.
Küçüksu Kasrı yüksek bir su basman üzerine iki katlı, mermer kaplamalı bir yapıdır. XIX. yüzyıl barok ve rokoko karışımı bir üslubu yansıtmaktadır. Kasrın bodrum katında kiler, mutfak ve hizmetli odaları, diğer iki katta ise orta mekâna açılan dört köşe odasından meydana gelmiştir. Yapının cephe mimarisi dikkat çekicidir. Burada çiçek, yaprak, çelenkler, rozetler yüksek kabartma tekniğinde duvarlara işlenmiştir. Oldukça ağır bir rokoko üslubu yapının barok mimarisi ile birleşmektedir.
Kasrın deniz cephesi üç bölüm halinde olup, orta bölüm düz, iki yandakiler de dışbükeydir. Kasrın iki yönlü giriş merdiveni, havuzu, çeşmesi ve giriş kapısı ile dikkati çekmektedir. Denize yönelik pencereler her katta zemine kadar inmiş ve bunların önleri mermer parmaklıklarla sonuçlanmıştır. Kasrın yan ve arka bölümlerinde üst katta balkonlara yer verilmiştir. Üst katın bitiminde mermerden bir kısa duvar çatıyı gizleyerek yapıyı çepeçevre dolaşmaktadır.
Kasrın kabartma ve kalem işi süslemeli tavanları, birbirlerinden fark ve biçimde İtalyan mermerinden yapılmış şömineleri, ince bir işçilik gösteren parkeleri, Avrupa Arnavoa üslubunda mobilyaları ile dikkat çekmektedir.
Bu kasırda Sultan Abdülaziz (1861–1876) döneminde, daha sonra İngiliz tahtına geçen Galler Prensi Edward (VII. Edward) ile Eflak Boğdan Prensi I.Jean Alexandre ağırlanmıştır. Bunların yanı sıra kasır Sultan V. Mehmet Reşat ve son halife Abdülmecit Efendi (1839–1861) tarafından da kullanılmıştır. Cumhuriyetin ilanından sonra bir süre konukevi olarak kullanılmış, 1970’li yıllara kadar bazı özel günlerde kasırdan yararlanılmış, 1983’te ziyarete açılmıştır. Ardından yapılan yeni düzenlemeden sonra da 1994 yılında TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı’na bağlı anıt müze olarak ziyarete açılmıştır.
Tophane Kasrı (Beyoğlu)
İstanbul ili Beyoğlu ilçesi, Tophane’de Necatibey Caddesi üzerinde bulunan Tophane Kasrı’nı İngiltere Elçiliği’nin yapımı için İstanbul’a 1841 yılında gelen ve 1853 yılına kadar burada kalan İngiliz Mimar William James Smith tarafından yaptırılmıştır. Tophane Müşiri Halil Paşa’nın denetiminde 1851–1852 yıllarında tamamlanmıştır.
Bu kasır padişahların Tophane’deki askeri kuruluşlarını ziyaretinde veya şehre deniz yolu ile gelen yabancı devlet adamlarının karşılanmasında kullanılmıştır. Tophane Kasrı Rus Çarı’nın kardeşi Grandük Konstantin’in Sultan Abdülmecit (1839–1861) tarafından burada kabulü ile tarihe geçmiştir. Ayrıca Osmanlı-Rus Savaşı’nı sonlandıran 1894 yılı Uluslar arası konferans ve Lozan Antlaşması’ndan sonra Uluslar arası Boğazlar Komisyonu’nun toplantılarına da sahne olmuştur. Bunun yanı sıra II. Dünya Savaşı sırasında Sıkıyönetim Mahkemesi burada toplanmıştır.
Karaköy-Beşiktaş arasındaki caddenin genişletilmesi sırasında kasrın batısında bulunan Top Arabacıları Kışlası yıkılmış, doğusuna bugünkü liman binaları yapılmış ve bunun sonucu olarak da kasrın deniz ile bağlantısı kesilmiştir. Uzun süre Malül Gaziler Yurdu olarak kullanılmış, günümüzde de Mimar Sinan Üniversitesinin kullanımındadır.
Tophane Kasrı kuzey-güney doğrultusunda, denize paralel, 22.00×10.00 m. ölçüsünde dikdörtgen planlı, iki katlı bir yapıdır. Tophane Kasrı cephe mimarisi yönünden İngiliz Mimarı William James Smith’in diğer yapılarından farklılıklar göstermektedir. Prizmatik kütleli, denize yönelik doğu cephesinin ekseninde dışarıya taşan bir giriş bölümü ile batı cephesinin birinci katında konsollarla taşırılmış geniş çıkmalar yapıya hareketli bir görünüm kazandırmıştır. Kasrın ana girişi dört kolonun taşıdığı, üzeri balkon olarak kullanılan bir giriş görünümündedir. Ayrıca güney cephesinin ekseninde de bir servis girişi bulunmaktadır. Zemin kattaki giriş holünün iki yanında iki oda, doğusunda kare planlı bir sofa yer almaktadır. Sofadan üç kollu bir merdivenle ikinci kata çıkılmaktadır. Burada iki sıra halinde yerleştirilmiş odalar bulunmaktadır.
Neo-Klasik üslupta bezenmiş olan kasrın kalem işi tavanları korint düzeninde plasterler ve mermer şöminelerle iç mekân zengin bir görünümdedir. Dışa yönelik kemerli pencereleri, kemer hizasında devam eden yatay silmeler, madalyonlar barok mimariyi yansıtmaktadır. Yapının üzerini örten çatı plasterlerle desteklenmiş, buradaki madalyonlara kurdeleler eklenmiş, pencere aralarında ve onların altında yatay ve düşey bitkisel motifli panolara yer verilmiştir.
Beykoz Kasrı (Beykoz)
İstanbul ili Beykoz ilçesinde, tarihi Hünkâr İskelesi’nin güneyinde bulunan bu kasır Mısır Hıdivi Kavalalı Mehmet Ali Paşa tarafından Sultan Abdülmecit için yaptırılmıştır. Kasrın mimarı Balyan ailesinden Nigogos ve Sarkis Balyan’dır. Kasrın yapımına 1855 yılında başlanmış, Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın oğlu Sait Paşa tarafından on bir yıl sonra 1866 yılında tamamlanmış ve o sırada tahta geçen Sultan Abdülaziz’e armağan edilmiştir.
İstanbul’u ziyaret eden Fransa İmparatoriçesi Eugenie şerefine Beykoz Çayırı’nda düzenlenen av partileri sırasında buraya bir pavyon eklenmiştir. Ancak bu pavyondan günümüze hiçbir iz gelememiştir. Bununla ilgili bilgiler eski fotoğraflardan edinilmektedir.
XX. Yüzyılın başlarına harap bir durumda gelen kasırda önce bir Darül Eytam, sonra Trahom Hastanesi açılmış, bir süre göçmenler burada iskân etmiş, daha sonra da ordu emrine verilmiştir. Sağlık Bakanlığı 1953 yılında bu kasrı onarmış ve klinik olarak kullanmıştır. 1963’te Beykoz Prevantoryumu olmuştur. Günümüzde Beykoz Çocuk Göğüs Hastalıkları Hastanesi olarak kullanılmaktadır.
Beykoz Kasrı Boğaziçi’nde yapılan ilk kâgir ve Neo-Klasik üslupta yapılan bir yapıdır. Cephe kaplamasında kullanılan taşlar İtalya’dan getirilmiş, bunların yanı sıra yer yer beyaz mermerlere de yer verilmiştir. Kare planlı olan yapı iki katlıdır. Katların ortasında sofa, bunun çevresinde de odalar bulunmaktadır. Katlar arasındaki yükseklik 8 m. yi bulmaktadır. Sofanın ortasında camekân ve fener kasrın üç katlı olarak algılanmasına neden olmaktadır. Odaların arasında beyzi planlı merdiven sofikler düzenlendiğini yazmıştır. Padişah da gemilerden, kayıklardan oluşan denizdeki bu şöleni kasırdaki kafesli köşkten seyretmiştir.
Osmanlı tarihine geçen bu kasırla ilgili bir başka şenlik daha bulunmaktadır. Sultan III. Ahmet zamanında Padişah 1720 yılında dört oğlu ile birlikte Sadrazam Damat İbrahim Paşa’nın oğlunu ve yoksul çocukları burada sünnet ettirmiş, 30 gün süren şenlikler yapılmıştır.
Tersane Sarayı’nın Aynalı Kavak Sarayı ismini alması XVII. yüzyılın ortalarına rastlamaktadır. Sieur du Loir 1654’te sarayın görkemli aynalarla kaplı olduğunu belirtmiştir. Pasarofça Antlaşması (1718) sonrasında Venedik Cumhuriyeti’nin Osmanlı sarayına hediye ettiği aynalar kasrın dairelerini süslemiştir. Bu yüzden de kasrın ismi halk arasında Aynalı Kavak Kasrı’na dönüşmüştür.
Bu dönemde yapılmış olan Surnâme-i Vehbi’nin minyatürlerinde bu kasır resmedilmiştir. Minyatürlere göre direkler üzerinde denize taşan üç sofalı bir yapı idi. La Motrae 1727 yılında bu kasrı görmüş, üzerinin zengin nakışlı bir kubbe ile örtülü olduğunu, bunun dışında kalan alanların da çatı ile kaplı olduğunu yazmıştır.
XVIII. yüzyılda kasır terk edilmiş, bazı binaları Sultan Abdülhamit’in Sadrazamı Koca Yusuf Paşa tarafından 1766–1787 yıllarında onarılmıştır. Kaptan-ı Derya Küçük Hüseyin Paşa’nın Tersane’yi genişletmesi sırasında bu yapılardan bazıları yıkılmış ve Tersane’ye katılmıştır. Kalan yapılar da 1787–1788 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında erzak ambarı olarak kullanılmıştır.
Sultan III. Selim 1791’de Balyan ailesinden Kirkor Balyan’a kasrı tamir ettirmiştir. Bununla beraber Sultan III. Selim, Sultan II. Mahmut ve Sultan II. Abdülhamid zamanında Tersane’ye yapılan eklerden dolayı kasır Haliç’ten içeride kalmıştır. Bu nedenle günümüze gelen Aynalı Kavak kasrı’nın ön cephesi kara tarafında kalmıştır. Arazi eğiliminden ötürü iki katlı olan kasrın Haliç yönündeki cephesi üç katlıdır. Planı kuzeydoğu-güneybatı ekseninde salonlardan meydana gelmiştir. Güney cephesinin ortası hafif bombeli olarak yükseltilmiş olup, sade bir görünümdeki sahanlıktan yapıya girilmektedir. Bunun karşısında giriş holü ile merdivenler bulunmaktadır. Arazi eğiliminden ötürü bu bölümün altında hizmet odaları yapılmıştır.
Giriş holünün solunda yan odalar ve servis bölümleri, büyük sofa bulunmaktadır. Haliç’e yönelik eyvan şeklindeki salonun iki tarafında simetri göstermeyen dört oda bulunmaktadır. Bu bölüm kasrın harem bölümüdür.
Giriş holünün sağındaki bölüm üç eyvanlı bir divanhane ve ona bağlı bir arz odasından meydana gelmiştir. Kasrın en önemli mekânları olan bu odalardan arz odasının üzeri kubbelidir. Divanhanenin pencereleri üzerinde Yesarizâde’nin talik yazı ile yazdığı Enderuni Fazıl’ın Aynalı Kavak Kasrı’nı öven şiiri bulunmaktadır. Divanhaneden geçilen arz odasının pencereleri üzerinde de Yesarizâde’nin talik yazı ile yazdığı Şeyh Galib’in Sultan III. Selim’i öven şiiri bulunmaktadır.
Kasrın selamlığı olarak nitelenen bu bölümün bezemeleri son derece zengindir. Bezeme yönünden kasrın en önemli bölümü divanhane ile arz odasıdır. Buradaki pencerelerin arasında basık kemerlerle birbirine bağlanmış dekoratif kolonlara yer verilmiştir. Bu bölümde kemer ayaklarının içerisi mermer levhalar ve aynalarla kaplanmıştır. Bugün müze özelliği taşıyan bu kasrın arz odası, divanhanesi duvarlarını çepeçevre dolaşan yazıtları, alçı şebekeli pencereleri, Sultan III. Selim tuğralı barok ve rokoko üslubunda bezemeler burada görülmektedir.
Ihlamur Kasrı (Beşiktaş)
İstanbul ili Beşiktaş ilçesi Ihlamur Yolu’nda bulunan bu kasrın olduğu yerde Hacı Hüseyin Bağı olarak tanınan bir mesire yeri bulunuyordu. Bu mesirenin miriye geçmesinden sonra Padişah için bir bağ evi yapılmış ve halk arasında da Hacı Hüseyin Bağı Köşkü olarak tanınmıştır. Bu köşk Sultan I. Abdülhamit (1774–1789), Sultan III. Selim (1789–1807) ve Sultan II. Mahmut (1808–1839) tarafından kullanılmıştır. Sultan I. Abdülhamit dönemi sadrazamlarından Seyyid Mehmet Paşa burada bir namazgâh yaptırmış, Sultan III. Selim ve Sultan II. Mahmut zamanında ok atışları sonunda buraya nişan taşları dikilmiştir.
Sultan Abdülaziz bu köşklerin bahçesinde horoz ve koç dövüşleri ile güreş müsabakaları yaptırmıştır. Sultan V. Mehmet Reşat sık sık buraya gelmiş, İstanbul’u ziyaret eden konuklarını, özellikle Sırp ve Bulgar krallarını 1910’da burada ağırlamıştır.
Fransız şair Alphonse de Lamartine bu köşkün dört köşeli bir planı olup, salonun ortasında fıskiyeli bir havuzun bulunduğunu, oldukça sade olduğunu belirtmiştir.
Sultan Abdülmecit bu köşkün yerine 1849–1855 arasında iki yeni biniş kasrı ile bir de çeşme yaptırmıştır. Buradaki mesirede düzenlenen av partileri ve ok talimleri sonunda dinlenme yeri olarak kullanılmıştır.
Sultan Abdülmecit Balyan ailesinden Nigogos Balyan’a burada Merasim Köşkü ve Maiyet Köşkü olarak isimlendirilen iki kasır yaptırmıştır. XIX. yüzyıl Avrupa mimarisi üslubunda yapılan köşklerden Merasim Köşkü günümüzde Ihlamur Kasrı olarak tanımlanan yapıdır. Yüksek bir su basman kaide üzerine tek katlı, kesme taştan dikdörtgen planlıdır. Cephesi dönemin saray mimarisine uygun olarak girlantlar, istiridye kabuğu motifleri, vazolardan çıkan çiçekler, salkımlar ve ayrıca sütunçelerle bezenmiştir. Giriş cephesindeki iki yönlü merdiven ve balkon yapının cephesindeki en dikkat çeken bölümdür. Giriş holünün iki yanında iki oda ile çatıya çıkışı sağlayan bir ara mekân bulunmaktadır. Cephesi son derece bezemeli ve hareketli olan yapının içerisi oldukça sadedir.
Merasim Köşkü’nün biraz ilerisindeki Maiyet Köşkü daha da sade bir yapı olup, iki katlıdır. Bu yapıya da giriş cephesindeki iki kollu bir merdivenle ulaşılmaktadır. Girişin ortasında bir hol merdivenler ve köşelerde de dört adet oda bulunmaktadır.
I.Dünya Savaşı sonrasında ve Cumhuriyet döneminde boş ve bakımsız kalan köşkler 1951 yılında İstanbul Belediyesi’ne verilmiştir. İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı Fahrettin Kerim Gökay Maiyet Köşkü’nde Tanzimat Müzesi’ni kurmuş, Merasim Köşkü’nü de ziyarete açmıştır. Köşkler 1966 yılında TBMM Milli Saraylar Dairesi Başkanlığı’na devredilmiştir.
Maslak Kasırları (Sarıyer)
İstanbul ili Sarıyer ilçesi Büyükdere Caddesi’nde, İstinye ile Tarabya kavşaklarının birleştiği noktada, Haznedar Çiftliği içerisinde bulunan Maslak Kasırları’nın bulunduğu alandaki ilk yapılanma Sultan II. Mahmut (1808–1839) döneminde başlamış, Sultan II. Abdülhamid’in (1876–1909) veliahtlığı sırasında da av ve dinlenme alanı olarak düzenlenmiştir. Bununla beraber bu alandaki yapıların yapım tarihleri kesin olarak bilinmemektedir. Büyük olasılıkla da Sultan Abdülaziz (1861–1876) döneminde, 170.000 m2’lik koruluk alanda yapıldığı sanılmaktadır. Kasr-ı Hümayun, Mabeyn-i Hümayun, Çadır Köşkü, Paşalar Dairesi ve Limonluk günümüze gelebilen yapılardır.
Sadrazam Rüştü ve Mithat paşalar Kasr-ı Hümayun’a gelerek yaşamının büyük bir kısmını veliahtlığı sırasında burada geçiren Sultan Abdülhamid’i Osmanlı tahtına çıkmaya burada davet etmişlerdir. Sultan V. Mehmet Reşat da zaman zaman buraya gelmiş ve dinlenmiştir. Osmanlı kaynaklarından Sultan II. Abdülhamid’in oğullarından Nureddin Efendi’nin annesi ile birlikte burada oturduğu öğrenilmektedir.
Bu köşklerden Kasr-ı Hümayun arazi eğimine göre iki katlı olarak yapılmıştır. Yarı kâgir olarak yapılan kasrın birinci katına kadar bölüm taştan, bunun dışında kalanlar ahşaptandır. Girişin üzerinde yer alan ve görkemli sütunlara oturan balkonla, üst kata çıkan merdivenler barok üsluptadır. Buradaki bezemeler doğa ve mimariden alınmıştır.
Cephe düzeninde pencere dizileri ile çatı katının pencereleri uyumlu bir düzen içerisinde yapılmıştır. Katlar arasında saçaklar, silmeler bulunmaktadır. Ayrıca cephe duvarlarının köşelerine geniş plasterler ve pervazlar yerleştirilmiştir. Orta sofa etrafında sıralanmış salonun ve odaların tavan ve duvarları zengin bir dekoratif bezeme ile kaplanmıştır. Özellikle tavanlardaki kalem işleri, natürmortlar doğadan esinlenilmiş resimlerle bezelidir.
Kasr-ı Hümayun’da Sultan II. Abdülhamid’in çalışma ve yatak odaları bulunmaktadır. Haluk Şehsuvaroğlu bu odalarda padişahın yaptığı ve üzerinde A.H yazılı aynalı bir kapıdan yatak odasına geçtiğini belirtmiştir. Ayrıca burada ceviz bir karyola, sedefli bir masa bulunduğunu da eklemiştir.
Mabeyn-i Hümayun Kasrı, kasırların bulunduğu alanın kuzeybatısında yer alan küçük tek katlı bir yapıdır. Mermer basamaklı girişin sağ ve solunda birer oda, arkasında da büyük bir salon bulunmaktadır. Bu salon geniş bir kapı ile büyük bir seraya açılmaktadır. Kasrın cephesinde pencereleri çevreleyen tuğlalarla dekoratif bir görünüm sağlanmıştır. Ayrıca basık kemerli, kepenkli, yüksek pencereler iki mermer sütunun taşıdığı, döküm korkuluklu balkon da cepheye ayrı bir görünüm sağlamıştır.
Köşkün seraya açılan odasının tavanları kalem işleri ile bezenmiş, duvarlara altın varaklı büyük kristal aynalar ile porselen bir şömine yerleştirilmiştir. Buradaki kapıların kornişlerinde aynanın üzerinde ve seranın kapısında Sultan II. Abdülhamid’in A.H markası işlenmiştir.
Kasr-ı Hümayun’un kuzeybatısında Çadır Köşkü yer almaktadır. Köşk alt katta ocaklı bir mekân ile üst katta tek bir odadan meydana gelmiş sekizgen planlı bir yapıdır. Üst kattaki odaya mermer basamaklı çift yönlü ve demir korkuluklu bir merdivenle çıkılmaktadır. Köşkün etrafı balkonla çevrili olup, balkon korkulukları, çatı saçakları ve direkler ahşap bezemelerle doldurulmuştur.
Kasr-ı Hümayun’un kuzeydoğusundaki Paşalar Dairesi, Kasr-ı Hümayun’a paralel olarak yapılmıştır. Büyük olasılıkla bu yapı kasırları korumaya yönelik olarak yapılmıştır. Mabeyn-i Hümayun’u tarihi su deposuna bağlayan bahçe duvarı Paşalar Dairesi’ni her iki yapıdan ayırmaktadır. Kâgir ve tek katlı olan yapının iki ayrı girişi vardır. Ana girişin iki kanadında koridorlara açılan odalar sıralanmıştır. Girişin sol tarafında ise içerisinde külhanın da bulunduğu bir hamam vardır. Bu hamam bahçe yönünden ikinci bir giriş vardır. Paşalar Dairesi’nin cephe görünümündeki dekorlar ile pencere dizileri Mabeyn-i Hümayun’a benzemektedir.
Cumhuriyet döneminde I.Ordu ve Gülhane Askeri Tıp Akademisi tarafından prevantoryom ve malzeme deposu olarak kullanılan Limonluk 1981’de TBMM Milli Saraylar Dairesi Başkanlığı’na devredilmiştir.
Kasırların bahçesinde Sultan II. Abdülhamid’in Fransa’dan getirttiği kamelya ağaçları, Grolto ve Cycos ağaçları bulunmaktadır. Ayrıca çeşitli çiçek ve ağaç örnekleri de burada bulunmaktadır.
Maslak Kasırlarının bulunduğu arazide çeşitli havuzlar ve büyük ölçüde göletler de bulunmaktadır. Günümüzde TBMM Milli Saraylar Dairesi Başkanlığı yönetiminde müze olarak ziyarete açıktır.
Ayazağa Kasırları
İstanbul, Şişli ilçesi Ayazağa Köyü yakınında, eski Haznedar Çiftliği arazisi üzerinde bulunan bu kasırların bulunduğu alana Sultan II. Mahmut sık sık avlanmaya gelirdi. Bu nedenle de burada iki katlı bir kasır yaptırılmış, kasrın ve arazinin bakımı ile Başsilahtar Ali Ağa görevlendirilmişti.
Ayazağa’da günümüze gelen kasırlar Sultan Abdülaziz (1861–1876) döneminde Ser Mimarı Devlet olarak tanınan Sarkis Balyan tarafından yaptırılmıştır. Bu yapılar II. Meşrutiyet’ten (1908) sonra ordunun hizmetine verilmiş ve I. Dünya Savaşı sırasında Süvari Astsubay Mektebi olarak kullanılmıştır. Bunlardan ana yapı 1930’lu yılların başında onarılmış ve Süvari Yedek Subay Okulu’nun müştemilatı arasında kalmıştır. Ordudan süvari sınıfının kaldırılmasından sonra 1960 yılında Jandarma sınıfına tahsis edilmiş, 1973’te onarılmıştır. Ardından da İstanbul Kültür ve Sanat Vakfına tahsis edilmiştir.
Bu kasırlar arasında tarihi yapıların en büyüklerinden olan Ayazağa Kasrı 21.50×20.50 m. ölçüsünde kare planlı, bodrum, zemin, birinci kattan meydana gelmiş, çatı ile örtülü kâgir bir yapıdır. Büyük olasılıkla bu kasır Sultan II. Mahmut döneminde yapılan ilk kasrın temelleri üzerine oturtulmuştur. Kasrın birbirine simetrik iki giriş kapısı bulunmaktadır. On iki basamakla çıkılan sahanlıktan sonra yapının tümünü kaplayan 16.00×17.50 m. ölçüsünde büyük bir salon bulunmaktadır. Bu salonun köşelerine de daha küçük birer salon yerleştirilmiştir.
Kasrın dört tarafına, dikdörtgen pencereler birbirine simetrik olarak yerleştirilmiştir. Katlar arasında ince bir silme dikkat çekmektedir. Yapının içerisi ahşap kasetler ve çeşitli motiflerle bezenmiştir. Ayrıca kasrın duvarları Sultan Abdülaziz’in İngiltere’den getirttiği çinilerle kaplanmıştır.
Bu kasırlardan ahşap kasrın önünde köfeki taşından yapılmış 100.00×20.00 m. ölçüsünde 2.50 m. eninde büyük bir havuz bulunmaktadır. Bu havuzun suyu köşklerin önünü kapatan doğal kaya parçalarının arasından akmaktadır. Bu su Dertlipınar olarak isimlendirilmiştir. Büyük olasılıkla bu havuz Sultan II. Mahmut zamanına aittir. Ahşap kasır 10.00×16.00 m. ölçüsünde büyük bir salon ve onun arkasında da iki küçük oda bulunmaktadır. Bu küçük odalardan biri kahve ocağı, diğeri de havuzda padişaha gösteriler yapan Enderun Ağaları’nın soyunma yeridir. Salonun dip köşesine de biri küçük olmak üzere iki çeşme yerleştirilmiştir. Salon XIX. yüzyıl üslubunda kalem işi ve bezemelerle süslenmiştir. Ahşap kasrın salonu gotik üslupta vitraylı pencerelerle aydınlatılmış, üzerini örten ahşap çatısı geniş konsollarla dışarıya taşırılmıştır.
Sepetçiler Kasrı (Eminönü)
İstanbul Eminönü ilçesi, Sarayburnu’nda bulunan bu kasır Topkapı Sarayı’nın Sarayburnu’ndaki iki kıyı köşkünden birisidir. Diğer köşk ise Yalı Köşkü’dür. Sepetçiler Kasrı’nın bulunduğu yerde saraya ait kayıklar bulunuyordu. G.J. Grelot buradaki kayıklar ve küçük kadırgalar için 5–6 tane kayıkhane olduğunu yazmıştır. Sepetçiler Kasrı’nda Yalı Köşkü’nde olduğu gibi Osmanlı sultanları donanmanın sefere çıkışını veya dönüşünü seyrederlerdi.
Sepetçiler Kasrı Bizans İmparatoru II. Theodosius zamanında yapılan surların üzerine inşa edilmiştir. Kasrın yapımına Sultan III. Murat (1574–1595) döneminde Sadrazam Sinan Paşa tarafından 1591’de başlanmış, Ferhat Paşa’nın sadrazamlığının ilk yılında da tamamlanmıştır. Kasrın mimarı Davut Ağa olup, yapımında Dalgıç Ahmet Çavuş ve Nakkaşbaşı Lütfi Ağa’nın da yardımları görülmüştür. Yapımında kullanılan kırmızı mermerler Darıca ve Rusçuk’tan, çinileri İznik’ten getirilmiştir. Yapımında kullanılan demir aksam ve çiviler de Samakoy ve Selanik’ten getirilmiştir.
Kasrın kapı kemeri üzerindeki kitabesinden öğrenildiğine göre; Sultan İbrahim (1640–1658) döneminde 1643’te yeniden yapılmış, Sultan I. Mahmut (1730–1754) döneminde 1739’da yenilenmiştir. Bunun ardından XIX. yüzyıl ortalarında da yeni bir onarım yapılmıştır. Bu onarımlar yapının mimari üslubunu değiştirmemiştir.
Osmanlı döneminde yapılmış köşklerin en görkemlilerinden olan Sepetçiler Kasrı ile ilgili çeşitli söylentiler bulunmaktadır. Bunlardan birisine göre; Edirne Sarayı’nda yükseltilmiş fevkani yapılara sepetçi veya sultani ismi veriliyordu. Bu nedenle de bu kasra Sepetçi denilmiştir. Bir başka söylentiye göre de Sultan İbrahim bu kasrın arkasında bulunan hazırcı ve sepetçi esnafını korumuş, buradaki eski köşkü yeniden yaptırmaya karar verdiği zaman sepetçi esnafının yardımlarını görmüştür. Kasrın yapımından sonra çevresindeki sepetçi esnafı çalışmalarını sürdürmüş ve sepetçilerin burada bulunmasından ötürü de kasra bu isim verilmiştir.
Sepetçiler Kasrı kesme taştan kare planlı, üzeri kubbeli dört köşesi eyvanlı mimari bir düzen göstermektedir. Bu kubbe ahşap olup, çatı içerisine gizlenmiştir. Üzeri kubbeli olan kare mekândan çıkmalarla dışa taşan eyvanlı bölümler yarım kare plan göstermektedir. Mu mekânın önünde üç bölümlü ortası kubbeli, iki yanı tonozlu bir giriş kısmına yer verilmiştir. Bu mekânın altında servis bölümleri bulunmaktadır.
Sepetçiler Kasrı I.Dünya Savaşı sırasında askeri ecza deposu olarak kullanılmış, 1955 yılında sahil yolunun açılışı sırasında istimlâk edilme konumuna gelmişse de tarihi özelliğinden ötürü bundan vazgeçilmiştir. Uzun süre kendi haline terk edilen yapı 1980 yılında Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından restore edilmiştir. Bunun ardından Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü kasrı 1990 yılında onarmış ve Basın Merkezi ve kafeterya olarak kullanmıştır. Eminönü Hizmet Vakfı 1998 yılında kasrı restore etmiştir. Günümüzde Basın Yayın Genel Müdürlüğü’nün Uluslararası Basın Merkezi olarak kullanılmaktadır. Bir bölümü de özel bir şirket tarafından restoran ve bar olarak işletilmektedir.
Hıdiv Kasrı (Beykoz)
İstanbul ili Beykoz ilçesi Çubuklu’da geniş bir koru içerisinde yer alan Mısır Hıdivi Abbas Hilmi Paşa’nın kasrı Çubuklu Sarayı veya Çubuklu Kasrı olarak tanınmaktadır.
Mısır valileri arasında egemenlik hakkını Sultan Abdülaziz’den (1861–1876) 1866’da elde eden ilk hıdiv olan İsmail Paşa İstanbul’da Emirgân Korusu’nda yerleşmiş, buradaki kıyıda ahşap bir saray, arkasındaki korulukta da dört köşk yaptırmıştı. İsmail Paşa’nın 1892’de ölümünden sonra yerine oğlu Abbas Hilmi Paşa geçmiştir. Almanya ve Avusturya’da eğitim gören Abbas Hilmi Paşa İngiliz sömürgeciliğine karşı çıkmış bu nedenle de Osmanlı devletinin desteğini aramıştır.
Abbas Hilmi Paşa 1903 yılında Çubuklu kıyısındaki iki ahşap yalıyı satın almış ve bir süre burada yaşamıştır. Ardından yalının arkasındaki 270 dönümlük bağ ve bahçelik araziyi ağaçlandırmış ve içerisine de batı mimari üslubunda bir kasır yaptırmıştır. Kasrın mimarı İtalyan Delfo Seminati’dir.
İtalyan mimarisinin etkisi altında yapılan bu yapı Toscana Villası görünümünde olup, mermer ve kesme taştan olan bu kasrın orta mermer holü antik çağın Roma rotondosu üslubundadır. Zemin kattaki lambrili salonları dönemin moda üslubu olan Art Nouveau üslubunda yapılmıştır. Kasır mermer teraslarla çevrilmiş ve bunun üzerine de yüksek bir kule yerleştirilmiştir.
Kasır güneye ve doğuya bakan L harfi şeklinde bir plan düzeninde olup, burada birbirlerine dik iki kanatla, bunların uçlarını birleştiren çeyrek daire biçimli bir bölümden meydana gelmiştir. Bodrum üzerinde üç katlı olup, zemin katta geniş salonlar, birinci katta yatak odaları, diğerlerinden daha basık olan ikinci katta da hizmetli odaları yer almaktadır.
Kasrın ana giriş katındaki holün pencere ve kapıları kurşunlu vitraylıdır. Bunlar başta üzüm salkımı desenleri olmak üzere çeşitli bitkisel motiflerle süslenmiştir. Ana giriş katındaki holün ortasında anıtsal bir çeşme bulunmaktadır. Bu bölümün üzeri açık olup, zengin vitraylı camlarla örtülmüştür. Giriş katında çifter çifter toplam on altı masif mermer sütunun yer aldığı anıtsal çeşmenin ortasında 1.80 m. yüksekliğinde mermer bir fıskiye bulunmaktadır. Bu çeşme sularını zeminde yer alan alçak bir havuza dökmektedir. Holün ve havuzun arkasındaki cephede üst kattaki yatak odalarının bulunduğu bölüme çıkan bir asansör vardır. Asansörün her iki kata yönelik cephesi sarı pirinç metalden yapılmıştır. Giriş katın cephesindeki camlar prizma şeklinde kristal kareler halindedir.
Holün sağında binanın dıştan düz cephesini oluşturan mermer bir salon bulunmaktadır. Ana kapıdan sonra iki yöne doğru mermer bir koridor uzanmaktadır. Sağ taraftaki koridordan iç içe iki odaya girilmektedir. Sol taraftaki koridorun tavanı ise aynalı kristal ışıklı köşe sütunlarına açılır. Aynı zamanda buradaki salon yuvarlak büyük pencerelerle mermer salona bakmaktadır.
Ana giriş kapısının arkasında bulunan boşluktaki mermer masif merdivenlerle birinci kata çıkılmaktadır. Burası yuvarlak bir koridor şeklinde olup, aşağıdaki havuza, yukarıdaki de vitraya açıktır.
Kasrın çevresi koruluk olup, bu koruluğun içerisinde 100–300 yıllık meşe, ıhlamur, çam ve sedir ağaçları bulunmaktadır. Ayrıca bu koruluktaki bülbüller İstanbul yaşantısında ün yapmıştır.
Hıdivin 1944’te ölümünden sonra kasır 1937–1983 yıllarına kadar metruk kalmıştır. Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu bu yapıyı kiralayarak restore etmiştir. İç döşemesini Art Nouveau üslubunda düzenlemiştir. Bundan sonra da kasır ziyarete ve restoran olarak da halkın ziyaretine açılmıştır. Kasır Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu’ndan İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından geri almış olup, belediye tarafından işletilmektedir.
Bebek Kasrı (Beşiktaş)
İstanbul ili Beşiktaş ilçesinde bulunan ve günümüze ulaşamayan Bebek Kasrı, Bebek Bahçesi içerisinde yer alıyordu. Evliya Çelebi ve Vakanüvis Asım Efendi bu kasrın Sultan I. Selim (1512–1520) zamanında yapıldığını belirtmişlerdir. XVI.-XVII. yüzyılda kendi haline terk edilen Bebek Bahçesi ile bu kasır 1725 yılında yeniden yapılmış ve Hümayunâbâd ismini almıştır.
Kasrın plan ve cephe görünümü ile ilgili yeterli bilgi bulunmamaktadır. Bununla beraber kaynaklardan kasrın Sultan I. Abdülhamit döneminin sonlarında iki kez onarım geçirdiği öğrenilmektedir. Yalnızca XVIII. yüzyılda İstanbul’a gelen Fransız Büyükelçisi Choiseul Gouffier tarafından yaptırılmış gravürden ve Jouannin imzalı kopyasından bu kasırla ilgili kısmen de olsa bilgi edinilmektedir. A.Du Beaumont’un 1849’da yaptığı bir gravürde bu kasrın mimari yapısı kısmen de olsa görülmektedir. Bu gravüre göre kasrın alt katı iki taraftan bahçe duvarları ile uzatılmış, ortasına kasır yerleştirilmiştir. İki katlı olan kasrın alt katında ikinci derece odalar ve giriş holü bulunmaktadır. Kasrın asıl oturulan mekânı ikinci kattadır. Burada ortada denize taşkın üç sofalı büyük bir divanhane, bunun iki tarafında ve daha arkasında odalar bulunmaktadır.
Aynı dönemde Antoine-Ignace Melling’in yapmış olduğu gravürde de kasrın üç bölümden meydana geldiği, ortadaki bölümün diğerlerine göre çıkıntılı olduğu anlaşılmakta ve diğer bilgileri de pekiştirmektedir. Gravürlere göre denize taşkın üç sofalı büyük divanhanenin cephesi tümü ile sıra halinde pencere dizisi ile kaplı idi. Bunların üzerinde kapaklar bulunuyordu. Bu kapaklardan üsttekiler gölge yapsın diye alttakilerden daha geniş tutulmuştur. Kasrın mimari bezemesi ampir özelliklerini taşıyordu.
XIX. yüzyılda Bebek Kasrı çok az kullanılmış olmasına rağmen Reisülküttab ile Avrupalı elçilerin gizli yaptıkları toplantılara sahne olmuş ve bu yüzden de Konferans Köşkü ismini almıştır. Kasır Sultan Abdülmecit zamanında 1846 yılında yıktırılmıştır.
Cumhuriyetin ilanından sonra bu kasrın bulunduğu yerde Bebek Gazinosu yapılmış, daha sonra gazino istimlâk edilmiş yerine Bebek Parkı yapılmıştır. Günümüzde bu park içerisinde tarihi çınarlar ile Şair Fuzuli’nin heykeli bulunmaktadır.
Çağlayan Kasrı (Şişli)
İstanbul Şişli ilçesi, Kâğıthane Deresi vadisinde Haliç’e dökülen Kâğıthane Deresi yanında bulunuyordu. Bu kasır Sultan Abdülaziz (1861–1876) tarafından 1862–1863 yılında yaptırılmıştır. Mimarları Balyan ailesinden Agop Balyan ile Sarkis Balyan’dır.
Çağlayan Kasrı günümüze gelememiştir. Ancak bu kasırla ilgili belgelerden bilgi edinilmektedir. Kasır Kâğıthane Deresi’nin iki tarafı rıhtımlı bir kanala dönüştürüldüğü noktada bulunuyordu. Kâğıthane Deresi’nin suları kasrın önünde, buradaki kanalın içerisinde açılmış bent üzerinden akarak çağlayanlar oluşturuyordu. Sonra da kasrın duvarlarına bitişik bir havuzun içerisinde toplanarak kanal içerisine akıyordu.
Çağlayan Kasrı plan olarak daha önce burada bulunan bir köşkün planına uygun ancak, ondan daha büyük ve görkemli yapılmıştır. İki katlı ahşap kasır L biçiminde bir plan düzeninde idi. Bu plan düzeninde iki kanadın birleştiği köşeye valide sultan dairesi yerleştirilmişti. Her iki kanat da ayrı ayrı simetrik plan şeklinde idi. Kasrın kanala bakan cephesi harem bölümünde olup, bir ucunda valide sultan dairesinin bir bölümü, diğer ucunda da kalfalar dairesi vardı. Orta bölümde dört kadın efendiye özel birer daire ayrılmıştı. Kanala bakan cephe barok konsollara oturtularak suyun üzerine taşırılmıştı. Bununla beraber kasrın avlu cephesi simetrik olmayıp, her dairenin ayrı birer girişi vardı. Yalnızca birinci kadın dairesi ile kalfalar dairesinin girişleri diğerlerinden farklı biçimde idi.
Kasrın bahçeye bakan kanadı selamlık dairesi idi. Bir köşesinde ise valide sultan dairesinin diğer bölümü bulunuyordu. Bunun yanında mabeyn ve hünkâr dairelerine yer verilmişti. Kasrın ortasındaki mabeyn dairesi çıkmalarla belirgin biçimde ortaya konulmuş, girişi harem avlusuna açılıyordu. Valide sultan ile hünkâr dairelerinin girişleri ise doğrudan doğruya bahçeye açılıyordu. Hünkâr dairesinin ise selamlık avlusuna açılan ikinci bir girişi daha vardı.
Kasrın valide ve hünkâr dairelerinin giriş salonları barok üslupta merdivenlerle ikinci kata çıkıyordu. Harem bölümündeki ara katta bulunan bir koridor önce valide sultan dairesinin sofasına, sonra da hünkâr dairesine geçişi sağlıyordu.
Kasrın Cephe düzeni ise simetrik olup, her bir dairenin geniş sofası cephede birer çıkma ile açıkça belirtilmişti. Kasır Sultan II. Abdülhamit (1876–1909) döneminde zaman zaman onarılmış ve 1940 yılına kadar ayakta kalmıştır. Ancak bu tarihten sonra kasrın malzemesi sökülmüş ve başka yerlerde kullanılmıştır. 1952 yılında ise bu kasrın arsasına İstihkâm Yedek Subay Okulu inşa edilmiştir. Günümüze kasırla ilgili hiçbir iz gelememiştir.
Gülhane Kasrı (Eminönü)
İstanbul Eminönü ilçesinde, Topkapı Sarayı’nın Marmara yönündeki Gülhane Meydanı olarak isimlendirilen düzlük üzerinde buluyordu. Bu kasır Padişahın Gülhane Meydanı’nda yapılan spor müsabakalarını izlemesi için yaptırılmıştır. Sultan II. Mahmut (1808–1839) döneminde yaptırılmış olan bu kasrın yerinde daha önce Lale Devri’nde yaptırılmış Tomak Kasrı’nın bulunduğu sanılmaktadır.
Gülhane Kasrı’nın yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Kasrın yapıldığı yıllarda buradaki spor müsabakalarının yerini geçit törenleri almıştı. Büyük olasılıkla bu kasrın Yeniçeri Ocağı’nın kaldırıldığı 1826 yılında yapıldığı sanılmaktadır. Sultan Abdülmecit, Gülhane Hattı Hümayunu’nun ilan edildiği 3 Kasım 1839’da burada okunan Tanzimat Fermanı’nı izlemiştir.
Gülhane Kasrı çevresindeki diğer kasırlarla birlikte 1865 yılında yıktırılmıştır. Bugün onunla ilgili bilgiler gravür ve sulu boya resimler ile bazı duvar kalıntılarından anlaşılmaktadır. Bunlara dayanılarak kasrın orta sofalı plan düzeninde olup, dört eyvanlı divanhane şemasının uygulandığı anlaşılmaktadır. Beyzi olarak tasarlanan eyvanlar ile sofaya paralel kavisli duvarlar kasrı sınırlandırmıştır. Giriş batı yönündeki eyvan içerisinden olup, diğer mekânlar bu eksene göre bir simetrik düzende yerleştirilmiştir. Kasrın doğu eyvanı cepheden dışarıya taşırılmış, bu nedenle de daha büyük olarak tasarlanmıştır. Eyvanların aralarında, kuzey ve güney eyvanlarının arkalarında toplam altı oda bulunmaktadır. Sulu boya resimlerinden öğrenildiğine göre sofanın üzeri ahşap beyzi bir kubbe ile örtülmüştür. Eyvanları ve odaları çift sıralı dikdörtgen çerçeveli, kepenkli pencereler aydınlatıyordu. Bunların üzerinde de alçı, dilimli kemerli ikinci sıra pencereler bulunuyordu.
Çiftehavuzlar Kasrı (Sarıyer)
İstanbul Sarıyer ilçesi, Belgrat Ormanı’nda Sultan II. Osman Bendi’nin üzerinde yer alan bu kasır Sultan III. Ahmet (1703–1730) tarafından 1717’de yaptırılmıştır. XVIII. yüzyılın sonlarına doğru harap durumdaki bu kasır Sultan III. Selim (1789–1807) tarafından 1797’de onarılmıştır. Kasır birbirine yakın olan Sultan II. Osman Bendi ile Sultan II. Ahmet Bendi’nden ötürü Çiftehavuzlar olarak tanınmıştır. Kasrın ne zaman yıkıldığı kesinlik kazanamamıştır.
Sedat Hakkı Eldem’in hazırladığı plana göre kasrın merkezi sofalı ve üç eyvanlı bir seyir kasrı olduğu anlaşılmaktadır. Kasrın ortasında dikdörtgen planlı bir sofa ve bu sofaya açılan giriş bulunmakta olup bunun karşısında hünkâra ait dışarıya çıkıntılı bir bölüm bulunuyordu. Girişin iki yanında da yan mekânlar olup, bunların maiyet odaları olduğu sanılmaktadır.
Büyük Bent Kasrı (Sarıyer)
İstanbul Sarıyer ilçesi Belgrat Ormanları’nda Büyük Bent’in yakınında yer alan bu kasır kesin olmamakla beraber Sultan III. Ahmet (1703–1730) tarafından 1717 yılında yaptırılmıştır. Büyük Bent Kasrı padişahın Sadabat’tan yola çıkarak Belgrat Ormanı’ndan geçip saltanat kayığına bindiği yol güzergâhı üzerinde bir takım köşkler ve kasırlar yapılmıştı. Büyük Bent Kasrı da bunlardan biridir.
Kasır XVIII. yüzyılın sonlarına doğru harap olmuş, Sultan III. Selim (1789–1807) tarafından diğer kasır ve köşklerle birlikte onarılmıştır. Günümüze bazı temel kalıntıları dışında hiçbir izi kalmayan bu kasır Jean Baptiste van Mour’a ait bir tablo ile Melling’in bir gravüründe görülmektedir. Bunlara dayanılarak bent üzerine yerleştirilen kasır arkasındaki yamaçlara bakan ormanla ve önündeki vadiye hakim yerde yapılmıştı. Tek katlı ahşap olan kasrın tasarımında simetriye önem verilmemiştir. Kasırda göle bakan ve vadiye bakan bölümler ile kızlarağasına ayrılmış bir diğer mekân bulunmaktadır. Bunlardan Hünkâr Odası ile Kızlarağası Odası eli böğründelerle dışarıya taşırılıp genişletilmiştir. Kasrın pencereleri dikdörtgen ve kepenkli olup, tüm cephe boyunca sıralanmıştır.
Nispetiye Kasrı (Beşiktaş)
İstanbul Beşiktaş ilçesi, Bebek sırtlarında bugünkü Etiler’in olduğu yerde, Boğaz’a hâkim bir mevkideki bu kasır Sultan III. Selim (1789–1807) döneminde yapıldığı veya onarıldığı kaynaklarda yazılıdır. XIX. yüzyılın sonlarında Sultan Abdülmecit’in oğullarından Şehzade Süleyman Efendi’ye geçen bu kasır Süleyman Efendi Köşkü ismi ile de tanınmaktadır. Bu dönemde yapılan onarım sırasında özgünlüğünü yitirmiştir.
Cumhuriyet döneminde bir süre kendi haline bırakılan bu kasır 1960 yılında yanmış ve tamamen ortadan kalkmıştır. Yakın tarihlere kadar da kasrın arkasındaki havuz ile bahçesindeki bazı ulu ağaçlar ayakta duruyordu.
Sedat Hakkı Eldem’in yapmış olduğu plan ve restitüsyon projelerine göre kasrın tek katlı, ahşaptan ve enine gelişen bir plan düzeninde olduğu anlaşılmaktadır. Bodrum katı üzerinde merkezi sofalı ve dört eyvanlı divanhane planındaki kasır barok üslupta yapılmıştır. Ortadaki sofa beyzi planlı olup, diğer mekânlar sofanın merkezi ile dik açı şeklinde kesişecek şekilde yerleştirilmiştir. Kuzeybatı-güneydoğu doğrultusunda uzun bir eksen üzerine biri Boğaz’a diğeri de arkadaki koruya bakan iki dikdörtgen planlı eyvan yerleştirilmiştir. Güneybatı-kuzeydoğu doğrultusundaki kısa kenarlardaki eyvanlar giriş taşlığına ve ağalara mahsus odalara ayrılmıştır. Sofaya göre zeminden bir seki ile yükseltilen eyvanların köşeleri çeyrek daire şeklinde yumuşatılmıştır. Eyvanların ön ve arka cephelerinde çıkmalara yedişer pencere açılmıştır.
Kasrın güneybatı yönündeki girişin önündeki iki yandan kavisli merdivenlerle çıkılan bir binek sahanlığı bulunmaktadır. Buradan küçük bir hol aracılığı ile orta sofaya ulaşılmaktadır. Giriş sahanlığının sağında ağalara tahsis edilmiş bir oda, solunda da helâlar bulunmaktadır.
Sedat Hakkı Eldem’e göre beyzi sofanın çatısı altına gizlenmiş basık, bağdadi bir kubbe bulunuyordu.