hacı_besir_aga_medresesi1 [1024x768]

Hacı Beşir Ağa Külliyesi, Eyüp İlçesi’nde ‘Eyüp Yeni Yol’ un oturduğu vadi ile 3. Haliç Köprüsü’nün devamındaki çevre yolunun oturduğu vadi arasında kalan, tepeden kıyıya ve vadilere doğru inen yamaçlar üzerinde kurulmuş Nişanca semtinde yer alır.

 

Semt adını Tosyalı Nişancı (Celalzade) Mustafa Paşa tarafından Mimar Sinan’a yaptırılmış olan külliyeden (cami ve hamamdan) almıştır.

Hacı Beşir Ağa Külliyesi, Eyüp İlçesi Nişanca Mahallesi’nde, Baba Haydar Mektebi Sokağı ile Balcı Yokuşu’nun kesiştiği kavşakta yer almaktadır. Külliye, Haliç’e dik doğrultuda uzanan, eğimli bir arsa üzerine inşa edilmiştir.

“Manzume; darülhadis, mekteb, çeşme ve kütüphaneden oluşan küçük bir külliyedir.” Medrese, III.Ahmed (1703-1730) ve I.Mahmud (1730-1754) dönemi darüssaade (saray) ağalarından Hacı Beşir Ağa tarafından, 1734-1735 tarihinde yaptırılmıştır.

18. yy. ’ın namlı Kızlarağası olan Beşir Ağa, İstanbul’a küçük yaşta zenci bir köle olarak getirilmiş, Yapraksız Ali Ağa’nın çırağı olarak Harem-i Hümayuna (padişah sarayındaki kadınlar dairesine) alınmıştır. Şehzadeliği zamanında senelerce hizmetinde bulunduğu III. Ahmed padişah olunca, Beşir Ağa hizmetine devam ederek musahib (padişahın hususi işlerinde bulunan kişi) olmuştur. 1704’te padişahın dayısını hacca götürdüğünde, kendi de hacı olmuştur.

Dönüşte hazinedar olmuş, daha sonra azlolunarak Dar’üs-sa’ade (saray) Ağası Süleyman Ağa ile Kıbrıs’a sürgün edilmiş ve bir müddet sonra da Mısır’a gönderilmiştir. Aftan sonra şeyh-ül haremlikle Medine’ye tayin olmuştur.

1717’de Anberağa’nın yerinde DArü’s-saadeti’ş –Şerife Ağası (kızlarağası) olan Hacı Beşir Ağa, Sultan Ahmed zamanında 13 sene bu görevde kalmış, I. Mahmud’un tahta geçmesinden sonra da vazifesini sürdürmüştür.

94 yaşında vefat eden Hacı Beşir Ağa’nın türbesi, Eyüp Sultan Camii’nin şadırvan avlusunu iç avluya bağlayan büyük kapının sol tarafında yer almaktadır.

hacı_besir aga_kulliyesi

Hacı Beşir Ağa Medresesi’nin, “21 Ağustos 1735 tarihli vakfiyesine göre; kütübhane (kitaplık), muallimhane (mektep) ve medreseden mürekkeb (bileşik) olan manzume (sistem), üç tarafından şahıslara ait mülk evler, bir tarafından ise yolla çevrilmiştir. Sekiz odadan ibaret olan ve içinde akar suyu bulunan medresede “ulum-ı nafı’a-i şer’iyye ve fünun-ı mütedavile-i mer’iyye tedris edilecek (şeriata faydalı ilimler ve bilim eğitimi verilecek), iki alim ve fazıl (erdemli) şahıstan biri yevmi 25 akçe ile müderrislik (ders okutacak) ; diğeri, 20 akçe ile muhaddislik (hadis ile meşgul olacak) yapacaktı. Kendilerine hücre tahsis edilecek talebe, ilim ve fen tahsiline kabiliyetli olanlardan seçilecek ve her hücrede bir kişi kalacaktı. Her talebeye, günde beş akçe vazife ve iki akçe mum parası olmak üzere yedi akçe verilecek ve bunlar müderris ve muhaddislerin kütüphanede verdikleri derse devam edeceklerdi. Kütüphanede bulunan vakıf eserler üç “hafız-ı kütüb”ün sorumluluğundaydı. Bunlardan günde 15 akçe vazife verilecek olan birincisi, medrese dışında alim, fazıl, dindar, sadakat ve dürüstlük sahibi bir kimse olacaktı.

İkinci ve üçüncü hafız-ı kütübler ise medrese talebesi arasından seçilecek; ikinci muid (yardımcı) olaca, her ikisi de gündelik altı akçe vazife alacaktı. Yine bir talebe kütüphanede mevcut kitapları, ad ve vasıflarıyla bir deftere geçirecek, her yılın başında mütecelli (vakfın idarecisi) tarafından vakfiyede mevcut kitapların sayımı yapılacaktı.

Her gün hafız-ı kütübden (kütüphanecilerden) biri nöbetleşerek kütüphanede bulunacak, talebenin istediği kitapları verecek, fakat kitaplar hiçbir şekilde kütüphane dışına çıkartılmayacaktı. Kütüphane dışına kitap çıkartılmasına izin veren kütüphaneci, vazifeden uzaklaştırılıp yerine dürüst bir kimse getirilecekti. Medresenin bevvab (kapıcı), ferraş (temizlikçi) gibi vazifelileri de yine medrese talebesinden seçilecek ve bu işler karşılığında vakfiyede belirtilen ücretleri alacaklardı.

Külliyenin girişinin bitişiğinde çeşme, çeşmenin üzerinde ise sıbyan mektebi yer alır. Kapısı mevcut olmayan girişten, merdivenli bir geçit ve daha sonra da rampa ile darülhadisin avlusuna ulaşılır. Hücreler avlunun etrafında “L” meydana getirecek şekilde sıralanmış, hücrelerin doğu ucuna da dershane yerleştirilmiştir.

“1869’daki medrese listesinde adına rastlanmayan Hacı Beşir Ağa Darülhadisi’nde, 1792 yılında yapılan tespitlerde, iki hücrenin hafız-ı kütüblere (kütüphanecilere), diğer hücrelerden dördünün nazır-ı kütüb (kütüphaneye bakan), ferraş (temizlikçi), kayyum (cami hademesi) ve bevvaba (kapıcıya) tahsis edilmiş olduğu ve medresede toplam “8” kişinin yaşadığı belirtilmiştir.

1914 yılında “Darü’l-Hilafeti’l-Aliyye Medresesi” kuruluş çalışmaları kapsamında hazırlanan “ Ders Vekaleti Medrese ve Müderris Defteri”nin içindeki rapora göre, “Hacı Beşir Ağa Darülhadisi kadro harici bırakılmıştır.

Raporda; sekiz adet olduğu belirtilen odalarda, iki kişinin yaşaması mümkün olmasına rağmen bir kişinin yaşamasının çok daha sıhhi olacağı yazılmıştır. Harap durumdaki bir adetmuhdes (sonradan yapılmış) barakanın ve odaların arkaları açık olmasına rağmen gerektiği gibi açıklıkları olmadığı, iki odasının arkasının tamamen kapalı olduğu belirtilmiştir. Ayrıca darülhadisin yeniden kullanılabilmesi için, biraz darca olan avlusu, harap durumdaki çamaşırhane, gusulhane ve abdesthaneleri, kuyusu, dershanesi ve kütüphanesi ile tamir edilmesi gerektiği belirtilmiştir. Külliyede 10 öğrencinin kalabileceği belirtilmiştir. Yeri güzel ve havadar olan medresenin, bitişiğindeki mektebin de ilavesiyle yeniden inşası önerilmiştir.

İstanbul medreseleri üzerine araştırmalar yapan tarihçi M.Kütükoğlu yaptığı çalışmalar sırasında Hacı Beşir Ağa Darülhadisi’nin 19. yy’da yapılan bazı tamirlerini tespit etmiştir. Bunlardan ilki 1869’da olup, Hacı Arif Efendi tarafından 4900 kuruş masrafla yapılmıştır. 1874’dekinde ise medresenin sadece bir odası onarılmış, tamirat Fenerli Nikola Kalfa tarafından gerçekleştirilmiştir.

Külliyenin, Gayrımenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu’ndaki dosyasında, 1973 yılına ait olan birkaç fotoğraf dışında başka belge bulunmamaktadır. İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü’nde bulunan Encümen Arşivi’nde ise külliyenin 19. yüzyıl başındaki ve 1946 Temmuz’undaki durumu belgeleyen fotoğraflar mevcuttur.

1914 tespitleri sonucunda kadro dışı bırakılan külliye, 1918 sonlarında muhacirler tarafından işgal edilmiştir.

Osmanlı Devleti’nin son döneminden beri restorasyonu ile ilgili bir çalışma yapılmayan külliye, 1995’te belediye tarafından boşaltılıncaya kadar fakir aileler tarafından kullanılmıştır. Bu kullanım süresince külliye elemanlarına birçok ek müdahaleler yapılmıştır.

[mappress]