Efsaneye göre; Bizans imparatoru Justinianus rüyasında ak sakallı bir ihtiyar görür. İhtiyar elinde gümüş bir levha tutmaktadır, levhanın üzerinde de bir tapınak planı vardır. Justinianus bu rüyayı tanrısal bir çağrı olarak kabul eder ve tapınağı yaptırmaya karar verir. Dünyanın dört bir yanından mermerler getirilir, mimarlar inşaatı yapmak üzere görevlendirilir. Tapınak binlerce insanın emeğiyle beş yıl gibi kısa bir zaman içerisinde tamamlanır ve görkemine yakışan bir törenle açılır. Justinianus yaptırdığı tapınağın Hz. Süleyman’ın yaptırdığına inanılan Kudüs’teki Büyük Tapınağı bile geçtiğini düşünmektedir. İmparator açılış esnasında öylesine gururlanır ki, kendisini tutamaz ve haykırır: “Seni yendim Süleyman!..”

Ayasofya’nın tarihi
Bizans tarihçilerine göre, Ayasofya’nın yerinde İmparator I. Konstantinos (275-337) tarafından 326’da yaptırılan bir kilise vardı. Bu bina bir ayaklanma sonucunda yanınca İmparator II. Konstantinos 360 yılında yeni bir kilise yaptırdı. Bu kilise, Hz. İsa’ya adanarak Megalo Eklesia (Büyük Kilise) adıyla anılmaya başladı. Yaklaşık olarak bugünkü kilisenin büyüklüğünde olan bu binada beş nef ve galeriler bulunuyor, ön kısmında ise narteks ve atrium yer alıyordu. Bu yapıdan günümüze kalabilen tek kısım bugünkü binanın kuzeydoğu köşesinde yer alan hazine bölümüdür. 404’te bir ayaklanma sırasında yakılan Büyük Kilise hemen onarılarak 415’te II. Theodosius tarafından yeniden açıldı. Ancak, 532’de çıkan büyük Nika ayaklanması sırasında yeniden yakıldı ve bu kez büyük hasara uğradı. Aynı yıl imparator Justinianus tarafından yeniden inşa ettirilmeye başlandı. 5 yılda tamamlanan ve 361 milyon altına malolan bu binaya Justinianus tarafından “Kutsal Bilgelik” anlamına gelen “Hagia Sofia” ismi verildi. Ayasofya, uzun yıllar imparatorların taç giyme kilisesi olarak kullanıldı. Çeşitli isyanlar sırasında ve 1204 yılında IV. Haçlı seferinde yağma edilen bina birçok kez hasara uğradı, ancak, 869, 986, 1317 yıllarında çeşitli onarımlardan geçirilerek günümüze kadar gelmeyi başardı.

Ayasofya’nın mimarisi
Ayasofya mimari olarak incelenecek olursa, büyük bir orta mekan, iki yan mekan (nef), absis ile iç ve dış nartekslerden oluşur, yüzölçümü 7570 metrekaredir. Fil ayağı denilen 4 büyük sütun üzerine oturtulan kubbe 31 metre çapındadır. Kubbenin yerden yüksekliği ise 56 metredir. Bütün bina 107 sütuna dayanır. Kubbenin yanına yapılan iki yarım kubbe merkezi mekanın genişlemesini sağlar. Bu sayede binanın içinde duranlar için muazzam bir genişlik duygusu sağlanır. Kubbenin altında, yarım kubbe ve tonozlarda bulunan 91 pencereden süzülen ışık bu genişlik duygusuyla birleşince kutsal bir atmosfer meydana getirir.
Ayasofya’nın mimarisinin yanısıra mozaikleri de büyük önem taşır. En eski mozaikler iç narteks ve yan neflerde bulunan altın yaldızlı, geometrik ve bitkisel motifli olanlarıdır. Figürlü mozaikler ise 9. ve 12. yüzyıllara aittir. Koridorda giriş kapısının üzerinde yer alan 10. yüzyıla ait mozaikte; I. Konstantin ve Justinianus, kucağında Hz. İsa bulunan Hz. Meryem’e şehrin maketini verirken resmedilir. Mihrabın üzerinde de kucağında Hz. İsa bulunan Hz. Meryem’i resmeden bir mozaik yer alır.

Osmanlı döneminde Ayasofya
Bizans döneminde, Ayasofya’dan sonra onunla yarışabilecek yeni bir bina inşa etme girişiminde bulunulmadı. Bu nedenle, Ayasofya, kendisinden sonraki Bizans mimarisinden çok Osmanlı mimarisini etkiledi. Özellikle yarım kubbelerin düzenlenişi Osmanlı mimarları için esin kaynağı oldu.
Ayasofya, Osmanlılar için her zaman oldukça önemli bir yere sahiptir. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’un fethinden üç gün sonra Cuma namazını Ayasofya’da kılarak Türklerin gelecekte yapıya verecekleri önemin ilk işaretini verir. Ayasofya ile ilgili İslam inancına ait efsaneler de var. Fethin hemen öncesine dayanan belgeler Ayasofya’yı, Hz. Muhammed’in miracında göğün yedinci katında gördüğü Mescid-i Aksa ile özdeşleştirir. Bir başka efsaneye göre; Ayasofya’da “Ağlayan Direk” adıyla bilinen sütunda bulunan delik, Hz. Hızır’ın kiliseyi camiye çevirmek için Kabe’ye doğru döndürürken parmağını soktuğu yerdir. Bugün de yaygın olan bir inanca göre, bu deliğe parmak sokulması şans getirir.
Kilise, İstanbul’un fethinin hemen ardından onarımdan geçirilerek camiye çevrilir. O dönemin kültürel ve ideolojik koşulları düşünüldüğünde, yakıp yıkmak yerine camiye çevirmenin tercih edilmesini olumlu bir davranış, bir çeşit saygı jesti olarak değerlendirmek gerekir. Ayasofya, Osmanlı İmparatorluğunun son yıllarına kadar en çok değer verilen ibadet merkezlerinden biridir.
Camiye çevrilme sırasında Müslüman inançlarının gereği olarak tasfirler kaldırılır, mozaikler de badanayla kapatılır. Her ne kadar o niyetle yapılmamış olsa da, bu davranış mozaikler için koruyucu bir işlev görecek, günümüze kadar bozulmadan gelmelerini sağlayacaktır.
Fatih döneminde Ayasofya’ya bir minare eklenir. İkinci minare II. Bayezit döneminde, diğer iki minare de II. Selim döneminde Mimar Sinan tarafından yapılır. Mihrap çevresi çini ve hat sanatının oldukça güzel örneklerini içerir. Bunlardan 7.5 m. çapındaki yuvarlak levhalar en ilgi çekici olanlardır. Bu levhalarda Allah, Muhammed, Ömer, Osman, Ali, Hasan, Ebu Bekir ve Hüseyin isimleri yazılıdır. Mihrabın yan duvarlarında Osmanlı padişahlarının yazıp buraya hediye ettiği levhalar bulunuyor.
Ayasofya’nın bahçesi de içi kadar ilgi çekicidir. Osmanlı padişahları Ayasofya’ya verdikleri önemi kanıtlamak için türbelerini Ayasofya’nın bahçesinde yaptırmışlar. II. Selim, III. Mehmet ve III. Murat’ın türbeleri, pek çok şehzade ve hanım sultan türbesi burada bulunuyor. Ayrıca I. Mahmut’un yaptırdığı şadırvan, sübyan mektebi, imareti, kütüphanesi, Abdülmecit’in hünkar mahfeli, muvakkithanesi Ayasofya’daki önemli Osmanlı eserleri arasında sayılabilir.

Ayasofya Müzesi
916 yıl kilise, 481 yıl da cami olarak hizmet eden Ayasofya, 1935’ten bu yana da müze olarak kullanılıyor. Ayasofya, Bizans’tan kalma mozaikleri, Osmanlı döneminden kalma çeşitli süslemeleriyle ilginç bir sentez oluşturuyor. Kısa zaman önce bazı restorasyon ve bakım çalışmaları yapıldı. Bu çalışmalardan bir kısmı halen devam ediyor. Yenilenen müzede Ayasofya’nın kuruluşundan günümüze kadar geçirdiği aşamalar panolarla resimleniyor. Aydınlatma çalışmaları sayesinde bina daha da ihtişamlı görünüyor. Yenilenen yönlendirme ve tanıtım levhaları bir rehberin yardımına ihtiyaç duymadan gezmeyi ve bilgi almayı kolaylaştırıyor. Kısacası, Ayasofya’yı yeniden gezmek için bir fırsat yaratmanın tam zamanı. Bu kutsal mekan, havada asılıymış izlenimi veren ihtişamlı duruşu ile günümüzde de her göreni kendine hayran bırakmaya devam ediyor.

Kaynaklar
– Murat Belge, İstanbul Gezi Rehberi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2002.
– Stefanos Yerasimos, İmparotorluklar Başkenti İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2000.
– M. Orhan Bayrak, Türkiye Tarihi Yerler Kılavuzu, Remzi Kitabevi, 1982.