Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi’nde 21 Ocak – 1 Nisan 2012 tarihleri arasında “Konstantiniyye’den İstanbul’a – 19. Yüzyıl Ortalarından 20. Yüzyıla Boğaziçi’nin Anadolu Yakası Fotoğrafları“ sergisi düzenlendi. Bu serginin açılışında bulunan basın mensuplarına bir bülten dağıtıldı. Bu bülten içerisinde eski İstanbul fotoğrafları ve şimdi paylaştığım semtler hakkında metinler yer alıyordu bu metinlerin İstanbul’a dair bir “blog”ta kullanılması doğru olur düşüncesi ile paylaşıyorum…
“ Nos dos yabanci
Yes, konu komşi.”
1950’li yılların ortalarına kadar özellikle Musevilerin çoğunlukta olduğu Kuzguncuk’tan kulaklarda kalan bir söz; “Aramızda yabancı yok, hepimiz komşuyuz” .
Bir dönem, Boğaziçi köyleri arasında Kuzguncuk’tan daha kozmopolit bir yerleşme yoktu. Türklerin azınlıkta olduğu bu yerleşmede, Museviler, Rumlar, Ermeniler, I. Dünya Savaşı sonrası Beyaz Ruslar ve Türkler, iyi komşuluk ilişkileri içinde bir arada yaşarlardı.
Kuzguncuk’ta 1952 tarihinde yapılan bir cami ile yapım tarihleri XIX. yüzyılın başlarına kadar uzanan iki sinagog, iki Rum Ortodoks ve bir Ermeni Gregoryen kilisesi bulunur. İki yamaç arasında oluşmuş dar ve uzun bir vadi ile bu vadiye bakan yamaçların üst kotlarına doğru oluşan Kuzguncuk iskanının bilinen tarihi Roma dönemine kadar uzanır. Bizans imparatoru II. Iustinos’un karısı Sophia adına yaptırdığı ve çatısı altın yaldızlı kiremitlerle döşeli kiliseden dolayı “Altın Kiremit” anlamına gelen “Khrysokeramos”tan adını aldığı söylenen Kuzguncuk’un bir de; “Kuzgun Baba efsanesi” vardır.
Evliya Çelebi, Kuzguncuk’un Üsküdar kasabasına bağlı bir subaşılık olduğunu ve çok sayıda mâmur evleri bulunduğunu söyler. Eremya Çelebi ise kısa süre sonra dolaştığı bu yerleşmenin tümü ile bir Yahudi köyü olduğunu, denize nazır evlerde oturan Yahudilerin, vadi içinden geçen yoldan güneye doğru, Üsküdar tepesine yoğun bir gidiş-geliş içinde olduklarını iletir ve “burada Rumlar da ikamet eder, bir kiliseleri ve bir de ayazmaları bulunmaktadır” diye ekler. Sarkis Hovhannesyan, Payitaht İstanbul’un Tarihçesi isimli kitabında 1800’li yılların başında İstavroz yerleşmesini takiben, sonraları 1880’li yıllarda şeyhülislam Ahmed Esad Efendi’nin Üryanizade Mescidi’ni yaptıracağı Nakkaşburnu’nun geldiğini, bu adın III. Murad ve oğlu III. Mehmed dönemlerinde devlet hizmetinde bulunan ve bu yörede yalısı bulunan Nakkaş Hasan Paşa’ya atfen verildiğini belirtir.
“Nakkaşburnu’ndan sonra Rum, Yahudi ve Ermenilerin yaşadığı Kuzguncuk yerleşmesi gelir. Kuzguncuk sahilinde pek çok ev olup, özellikle Yahudi zenginleri bu evlerde oturmaktadır. İç tarafta da birçok Yahudi ve Rum evi, yamaçda ise kalabalık bir Yahudi mezarlığı vardır. Bu mezarlık o denli büyüktür ki, ölü sayısının yaşayanlardan fazla olduğu sanılır.”
Kuzguncuk Musevi mezarlığına, İstanbul’un Kudüs’e en yakın noktası sayıldığı için özel bir anlam yüklenmiştir. Özellikle dindar ve zengin Museviler için öldükten sonra buraya gömülmek büyük bir özlemdir.
Kuzguncuk’un şimdilerde unutulan bir de “Sarkis Kalfa Basması” olarak bilinen rengarenk çiçekli kumaşı üreten bir basma imalathanesi vardır. Bir yanılgı sonucu Sarkis Kalfa adıyla anılan bu kumaş, gerçekte Sarkis Kalfa tarafından değil, oğlu Kevork Usta tarafından üretilmiştir.
Bu eşsiz yerleşmeyi yıllarca burada yaşayan Can Yücel;
“Kuzguncuk’ta oturuyorum
Martılarla aynı katta.”
dizesi ile anlatır.