Hz. Zulkarneyn ve İskenderin aynı kişi midir? konusunu tartışmadan, böyle olduğu düşüncesi ile yazılmış bu efsaneyi Ali İmer’in kaleminden okuyalım.
Zülkarneyn’in hükümdarlığı sırasında İzmir’de büyük bir kavim ve onun hükümdarlığını yapan Katerina adında bir kraliçe yaşamaktaymış. İskender Zülkarneyn bütün çalışmalarına rağmen bu kavme sözünü geçiremediği gibi onları mağlup da edememiş. Nihayet Büyük Hakan bu kavmin harp gücünü öğrenmek üzere kıyafet değiştirerek elçi sıfatıyla Katerina’nın sarayına gitmeye karar vermiş ve yola çıkmış. Katerina’nın sarayı Menemen ile Ulucak köyü arasındaki ovadaymış. İskender saray yakınına geldiği zaman, saray muhafızlarına İskender Zülkarneyn tarafından Kraliçe’ye elçi gönderildiğini ve kendisine bir mektup sunacağını söylemiş. Muhafızlar durumu Kraliçe’ye haber vermişler. Kraliçe de elçiyi huzuruna kabul etmiş. Elçi huzura gelince İskender’in mektubunu Kraliçe’ye uzatırken göz göze gelmişler. O anda Kraliçe bir çığlık koparmış ve muhafızlarına bu adamın tehlikeli olduğunu ve iyi muhafaza edilmesini emretmiş. Sonra İskender’e dönerek; “Sen elçi değil, İskender Zülkarneyn’in kendisisin!” demiş ve masasındaki bir resmi İskender’e uzatarak: “Bu sen değil misin?” demiş. Meğer Kraliçe kendine düşman olan İskender’in bir kolayını bularak, resmini elde etmiş ve masasından hiç ayırmıyormuş. Kraliçe, buraya ne maksatla geldiğini, kaderinin kendi elinde olduğunu ve bir teklifte bulunacağını teklifini kabul ederse serbest kalabileceğini, kabul etmezse zindana attıracağını uygun bir dille İskender’e anlatmış. İskender, durumun gizlenecek tarafı kalmadığından, ne maksatla geldiğini anlatmış ve: “Teklifin nedir?” diye sormuş. Kraliçe: “Benim ülkeme ve kavmim üzerine asker gönderip harp etmeyeceğine yemin etmeni isterim.” demiş. İskender bu teklifi kabul etse intikam alamayacak, etmezse kavminden habersiz geldiği için uzun yıllar hapsedileceği için ordusunda kargaşa çıkacak, ülke ve kavminin perişan olacağını düşünerek:
“Teklifini kabul ediyorum. Ülkene ve kavmine asker ile saldırmayacağıma yemin ediyorum.” demiş.
Böylece İskender muhafızlar eşliğinde sağ salim ülkesine gönderilmiş. İskender ülkesine dönerken Akdeniz ile Karadeniz’in yüksekliğini ölçmüş. Karadeniz’in Akdeniz’den çok yüksek olduğunu anlamış. Karadeniz’i taşırdığı takdirde Katerina’nın sarayının sular altında kalacağını hesaplamış. Karadeniz ile Akdeniz’in en yakın ve kestirme yolu olarak şimdiki İstanbul Boğazı sahasını uygun bulmuş. Böylece milyonlarca işçi ile gece gündüz bu yeri kazdırmaya başlamış. Üç yıl on üç günde kazı işi tamamlanmış. On üçüncü gün şafakla beraber boğaz kendiliğinden taşmış. Dağlar kadar yükselen azgın Karadeniz suları bütün Trakya ve Ege denizi sahillerini yüzlerce metre kalınlıkta su tabakasıyla kaplamış. Böylelikle İskender ettiği yemine sadık kalarak intikamını almış. Katerina ve kavmi sular altında kalarak yok olmuşlar. Böylece İstanbul Boğazı ortaya çıkmış.
Kaynak; Ali İmer, “İstanbul Boğazı Efsanesi”, Türk Folklor Araştırmaları, C. 18, S. 164,Yıl: 14, 1963, s.2997–2998