Makarios, Değirmen, Ümit ve Köy tepeleri ayrı ayrı eserleri ve yaşamları sergiler. Günümüzde arazinin %70’i çamlıktır. İgnace Melling’in fotoğraf sadakatiyle çizdiği 1819 tarihli gravüründe, o zaman ağaç varlığının çok sınırlı olması dikkate alındığında, kızılçamlarının son yüzyıl zarfında boy attığı anlaşılmaktadır.
1950 yılına kadar kuzey bölümü, çakıllı kumsalı ile doğal durumunu koruyordu. Bu nedenle, rıhtım, çayhane ve lokantaları deniz üzerinde iken geride kalmıştır. Heybeliada kışın da canlı bir hayata sahiptir. Bunu nedenleri; Bahriye okulları ve lojmanları, Papaz (Ruhban) okulu, orta sınıfın tercih etmesi, sanatoryumu, kiliseleri ve lisesidir.
Geçen dönemin yazarlarından Aristoteles ve Etienn buradaki altın, bakır ve demir cevherlerinden bahsetmişlerdir. Sikionisos ise Apollon heykelinin buradaki bakır madeninden yapıldığını yazmaktadır. Ve ilave ediyor: ‘’Bakır madeni içinde bulunan bir kimyasal oluşumun gözlere iyi geldiği kabul edilmektedir. ’’1875’te Scarlatos Vizandios da buradaki bakırın, altınla eşdeğerde olduğunu yazıyordu. Heybeliada’da ayrıca demir de vardı. Gözleri bozuk olanlar bu nedenle Apollon heykelini ziyaret ederlerse şifa bulacaklarını ümit ederlerdi’’ (I. Konstantinople, Atina, 1862’de basılmıştır). Moda’da daha sonra keşfedilen bakır külçelerinin buradan getirildiği kabul edilmektedir (Celal Esat, Eski İstanbul).
Bizans döneminde maden işleri, ticaret okulu, kilise ve manastırlarla şarapçılık günlük yaşamda ön planda geliyordu. Osmanlı döneminde ise çamlarının, balıklarının ve de otellerinin nedeniyle ekseriyetle sayfiye ve nekahathane yeri olarak kabul ediliyordu. Adaların en güzel manastırları burada idi. Doğa çok güzel olduğu için rahip ve din adamları sürgün yeri olmaktan ziyade son yıllarını rahat geçirmek için buraya geliyorlardı (Estika 27 Temmuz 1886).
Osmanlı devrinde de Fener patriği ile Kudüs patriği Heybeliada’da ikamete mecbur tutulmuşlardır. Burada özellikle Ortodoks mezhebi mensuplarını ilgilendiren, patrik, metropolit ve diğer din adamlarının mezar ve hatıraları bulunmaktadır.
Adada, ayrı birçok hücre grubundan oluşan başkeşiş ve keşişlere ait evlerle bir takım kilise, şapel ve dua odalarından ibaret olan dini yapılarının etrafında fakir, tarik-i dünyaların bizzat ekip biçtikleri, hali ve vakti yerinde olanların kölelere ekip biçtikleri tarlalar bulunuyordu. Liman görevi yapan küçük koyların kıyısında manastırların ihtiyacı olan şeyleri temin eden birkaç dükkan sahibi ve kayıkçının evleri görülürdü.
Heybeliada İsmi
Eski ismi, Çamlimanı’nda çıkan bakır madeninden dolayı ‘’Halki’’dir. Türkler tepelerinin biçimine bakarak Heybeliada demişlerdir. Yüzölçümünde en geniş yeri 2500 metredir.
İtalyan köylerini andıran bu köyler bugün görülen medeni toplulukları meydana getirmiş, keşiş cemiyetleri kaybolmuş, 1846 yılına kadar yelkenli ve kürekli pazar kayıkları ile gidilip gelinen adalara o tarihten sonra vapur seferleri başlamış, adalar böylece gelişmesine adeta zorlanmıştır.
Adada iki yüz yıl kadar önce iki mahalle vardı: 1. Ege Denizi’ndeki Andros Adası’ndan gelenlerin bulunduğu sahildeki köy (önemli bir kısmı balıkçı). 2. Yukarıda Kıptiler. Köyün ortasında şimdiki caminin civarı (Anbela) eski üzüm bağı idi. Bu civar kahvelerle gazinoların bulunduğu bir sefa yeri, evler sayılabilecek kadar az, sahil rıhtımsız ve ağaçlık idi. Plajın üzerindeki yolun ikiye ayrıldığı kısım ‘’Livadakia’’ ismiyle anılıyordu. Çünkü burası bir mrez idi.
Kalkavanzadelerin eski otelinin aşağı kısmına ‘’Gilfa’’ (kuyu) denirdi. Mahallenin merkezi burası idi. 1900 yılına kadar mevcuttu, çarşıdaki Aya Nikola Kilisesi’ne inen yangınla ortadan kalktı. Plaz burnunda ve tepedeki değirmenlerde keşişler un öğütüyor, boş zamanlarında da kiraya veriyorlardı. Bu civarda (Alunaki) harman yeri bulunuyordu. (Aleksandre Meksis, Heybeliada Teoloji Mektebi Tarihi, III./25 vd.).
15. yüzyılda Değirmen ve Makarios tepelerinin boyun noktasındaki büyük binanın yerinde bulunan manastır ve kilise adanın en önemli yerinin oluşturuyordu. Bu manastırın Bizans kayıtlarında adı ‘’Yuhannis Baptist’’, Garp kayıtlarında ise ‘’Saint Jean Baptiste’’ olarak geçmektedir. 1629 yılında fırsat yakalayan Kazaklar’ın (Ruslar) güneye geçmeleriyle, Vezir Kenan Paşa arasındaki kovalamacada buradaki rahipler iki defa yer değiştirmişler, Heybeliada hayatında maceralı ayrı bir sayfa oluşturmuşlardır.
Yukarıda kaydettiğimiz manastırın serüvenleri Bizans / İstanbul ve Heybeliada tarihçesinde ayrı bir yer tutmaktadır. Restore edildikten sonra adalardaki en önemli manastır durumuna gelmiştir.
Daha sonra yapılan tamirat ve genişlemelerde Rum Ticaret Okulu olarak kullanılmaya başlanan binalarından günümüzde sadece Maris ibadethanesi kalmıştır. Meryem Ana’ya ithaf edilen Kilise, Yuhannis kiliselerinden daha güzel olduğu için ‘’Meryem Ana (Maria-Teotoku) Manastırı’’ adı ile anılmaya başlanmıştır. Son görülen binaların temelleri kazılırken bir kitabe bulunmuştur ki, bunda eski manastırın banisi olarak Yuhannis VIII. Paleologos ismi kayıtlı idi (Estia, 27 Temmuz 1886).
Haç şeklinde inşa edilen Saint Jean Kilisesi, İstanbul’un fethedildiği 1453 yılında harap olmuş; Rum ticaret camiasının krize girdiği yıllarda, 6 Ağustos 1672’de yangınla mahvolurken, taştan inşa edilmiş, Maria ibadethanesi ise kurtulmuştur. İstanbul ve adalarda Bizans devrinden kalan ibadethaneler içinde aslına uygun olarak kalabilen bu kilisedir.
1828 Yunan İhtilali sırasında faaliyetleri görülen ve cezalandırılan (Tarabya’daki yalısı Fransızlara Sefaret olarak verilen, koyun üzerindeki köşkünde halen kiracıların oturduğu) A. Hipsilanti’nin ismi ve ilgisi bu manastırda da görülür. Panayia Kamariyotisas Manastırı’nın kuzey ve güneyine yeni okul binaları yapılınca, Maria İbadethanesi olarak kaydedilen kilisenin biçim değiştirmesi olan bu manastır avluda kalarak denizden görünmez olmuştur.
Adalarda su ihtiyacını karşılamak için Bizans döneminde kullanılan açık ve kapalı sarnıçların kısaca durumu şöyledir: Sedefadası, Tavşanadası ve Yassıada’daki kapalı sarnıçlar; Kınalıada’daki büyük açık sarnıç yakın zamanlarda toprakla doldurulmuş; Sivriada’daki küp şeklinde olan sarnıçlar ile Burgazadası’nda Hristos Manastırı’ndan kalma aynı tipteki sarnıçlar içleri boş olarak durmaktadır. Heybeliada’daki, biraz evvel kaydettiğimiz manastır, kilisenin sarnıç ve kuyularına gelince; kuzey cephesinde ön bahçede 380 ton su kapasiteli sarnıç, altı sütun üzerine kubbeli şekilde inşa edilmiş olup burada bulunan Dz. K. K. Makine ve Sınıf Okulları’nın içinde bulunmaktadır.
Heybeliada’daki Halen Ticaret Okulu’nun Adaya Etkileri
1831 yılında tesis edilen okul binlerce talebeyi barındırıyordu. Önceleri talebeleri az iken, kısa zamanda sasıları artmıştır. Bu okulda okuyan çocuklarını ziyaret etmek için Heybeliye gelen veliler için Hakli Palas başta olmak üzere, dört otel daha yapılmıştır. Böylece adada hareketli bir alışveriş, otellerin getirdiği turistik canlılık yaşanmaya başlamıştı. Aya Triada Manastırı ile Ruhban Okulu’nun ayrıca ada hayatında etkileri vardı. 9. yüzyılda (ilmi kariyeri, politikaları ve hatta mezarıyla da şöhret kazanmış olan) Patrik Photius tarafından Teslis (Baba, Meryem, İsa) adına yaptırdığı kabul edilmektedir (Bakınız. I. Konstantinos. Konstantiniade).
Aya Triada Manastırı, el yazmaları ile adaya kültür hayatı bakımından şöhret ve ilgi kazandırmıştır. Fotios ölümünden sonra, hanedana mensup Katarina burada en sakin günlerini geçirmiş ve manastır kitaplığını daha da zenginleştirmişti. Bu kitaplığın uluslararası bir kütüphane haline getirilmesini Patrik I. İosif (1268-1276) sağlamıştır. Avusturyalı Busbecq (1562) veba salgınında, Heybeliada’daki ikameti esnasında bu yazmalardan epeyce satın almıştı.
İstanbul’un 1844 zelzelesinde adalarda da büyük tahribat yapmış, yıkılan manastır Patrik Germanos tarafından yeniden inşa ettirilmiştir. Buna ait kitabe, Şapel’in sağ duvarında görülmektedir. Patrik IV: Germanos (1852-1853) gerek manastır, gerek kiliseyi yeniden tamir ile Ortodoks rahipler için ‘’Theologiki Skholi’yi tesis etmiştir. Böylece bazı manastırlarla Kuruçeşme’de küçük ve dağınık olan okulların yerine geniş, programlı bir teoloji (papaz) okulu 1 Ekim 1844’de açılmıştır. 1853 yılında okula Türkçe dersleri konmuş, üniversite ayarında tedrisat yapılmıştır. Çarşıda, vapurlarda, yollarda bembeyaz elbiseli bahriyeliler yanında, simsiyah elbiseleriyle bu Ruhban Okulu’nun talebeleri insan manzaralarını oluşturuyordu.
Heybeliada tarihinde, yaşayışında ve manzarasında yeri olan bir tesisi de Uçurum (Ayios Yeorgios, Aya Yorgi, Saint Georgesi Manastır ve Kilisesi’dir. Türkler (falez üzerinde bulunduğu için) ‘’Uçurum Manastırı’’ismini vermişlerdir. 15. yüzyılın ikinci yarısından kalma manastır ve kiliseyi 1758 yılında yeniden inşa ettiren Patrik III. İonikios’un mezarı kilisesinin girişindedir.
Bahriye Mektebi’nin yerinde o zaman kendisinin deniz köşkü bulunuyordu. Buradan manastıra ve çarşının sonuna kadar iki sıralı (hiyaban şeklinde) sevi ağacı diktirmişti. Daha sonra bu servilerin manastıra ulaşanlarının bir bölümü Bahriye lojmanları için, çarşıdakiler de kaldırımları genişletmek için kestirilmiştir. Ancak manastıra (Aya Yorgi’ye) ulaşılırken iki sıralı, iki yüz elli yıllık birer eser duran serviler hala ayaktadır.
Burada Sadrazam Ali Paşa’ya ait bir hatırayı da nakletmek gerekir. Bahsettiğimiz servilerin yanında, 1965 yılına kadar duran, bodrum katı üzerinde tek katlı, ahşap, Osmanlı yapı tarzında küçük bir köşk duruyordu. Bu köşke Ali Paşa, Rum sevgilisi ile buluşmaya gelir, bir müddet dinlenirdi. Bu arada adanın düzenine ait direktifleri de olmakta idi.
Kudüs Patriği Krilos, 1861’de kagir bir manastır ile yazın kiralanarak kiliseye gelir getirmesi için yedi ev yaptırmıştır. Bu evler 1875 yılında Hazineye geçmiştir.
Kaptan-ı Derya Hüsrev Paşa zamanında, III. Selim’in buyruğu ile Bahriye Tatbikat Mektebi, Mühendishane-i Bahri adı ile Heybeliada’da evvelce bahriye kışlası olarak inşa edilen binaya naklediliyor (1824). 1828’de Heybeli Kışlası’nın onarımından sonra Deniz Mektebi tekrar orada kuruluyor. Sultan Abdülmecid (1839-1861) saraya ait Feyzi Bahri gemisi ile okula gelerek inceleme yapıyor. Fakat okul 1927 yılında bir defa daha yer değiştiriyor. Ruhban Okulu’nda, Grek Ticaret Okulu’nda ve Panayia’nın kalıntılarında çalışıyor. Bir yıl sonra eski yerine dönüyor. (Daha geniş bilgi için bakınız: Tümamiral Fahri Çoker, Deniz Harp Okulumuz, İstanbul, 1984)
Deniz Harp Okulu’nun, III. Selim zamanından kalan cami 1928’de yıktırılmış ve o yıllarda rıhtım kornişi yaptırılmıştır. 1828 yılında inşa ettirilen bu cami, diğer bina ve eserler gibi 1894 büyük zelzelesinde yıkılmış, tekrar inşa edilmişti.
27 Mayıs 1928’de Gazi’nin ziyareti sırasında verdiği buyrukla Bahriye Mektebi’nin tedrisatı maarif esaslarına bağlanıp okulun adı ‘’Deniz Lisesi’’ olarak değiştirildi. Üç yıllık lise tahsilinden sonra, iki yıllık harp okulu tahsili konularak okulun adı ‘’Deniz Harp Mektebi ve Lisesi’’ oldu. İkinci Dünya savaşında okul Mersin’e nakledildi, 1946 yılında eski yerine döndü. ‘’Deniz Harp Okulu’’ ismini almış bulunan okul 31 Ağustos 1985 günü törenle Tuzla’daki yeni geniş kampüsüne taşındı. Heybeliada’daki iskelenin yanında hala mevcut olan Deniz Harp Okulu binası da Deniz Lisesi olmuştur.
Xnefon Moye’nin 1875 yılındaki notu şöyledir: ‘’Adadaki keşişler, manastırların bahçelerinde sebze yetiştirmekte, eski maniskürileri çoğaltarak değerlendirmektedirler’’.
Aya Spridon (Tarih-i Dünya) Manastırı
1859 yılında 19 yaşında fakir bir genç Heybeliada’ya gelir. Bir süre sığındığı rahip tarafından eğitildikten sonra adanın Çamlimanı güney, batı burnuna ufak bir kulübe yaparak yerleşir. Dünyadan elini eteğini çekmiş yardımsever bir din adamıdır. Duaları kabul görür ve de çok yakışıklıdır. Bu halkın da yardımıyla biraz daha genişletilmiş dini icazet yerine yalnız Ortodokslar değil, Müslümanlar da (özellikle kadınlar) akın etmeye başlarlar. Daha sonra buraya bir kilise ve manastır inşa edilir. Manastır bu keşişin adı ile ‘’Aya Spidon’’; kilise ‘’Terk-i Dünya’’ (ya da tarik-i dünya) olarak anılmaktadır. Keşiş Spridon burada ölmüş ve gömülmüştür. Günümüzde yortu günü dışında pek uğrayanı yoktur.
Heybeliada Sanatoryumu
1925 yılının Kasım ayının birinci günü, 16 yatak olarak açıldı. 30 yıl zarfında sanatoryum, rehabilitasyon merkezi ve yardımcı hemşire okulu, tesisatı ve araçlarıyla modern bir müessese haline geldi. O yıllardan beri, sadece İstanbul’dan değil, memleketin çeşitli illerinden de hastaların, ziyaretçilerin iskelede, Çamlimanı yolunda ada hayatına girmesi bir insani hassasiyettir. Ancak bu geniş sanatoryum tesisi, Çamlimanı’nın kaybedilmesine neden olmuştur.
Sanatoryumun İlk Binası
Yukarıda kaydettiğimiz kadınlar ve erkeklere mahsus geniş tesislerden evvel, 1924 yılına kadar sadece küçük bir köşk bulunuyordu. I. Dünya Harbi’nin Kutu’l-Amare Savaşı’nda İngiliz generali Towshend esir edildiğinde burada enteme edilmişti.
Dr. Tevfik İsmail Gökçe şöyle yazmaktadır: ‘’Prof. Dr. Server Kamil ile 1924 senesinde buraya, Harbiye talebeleri için nekahathane olarak genişletilen köşke geldik, o zaman bina Muharririn İdaresi elinde bulunuyordu. Binayı teslim olarak işe başladık ve sanatoryumu kurduk ‘’ (Tevfik İsmail Gökçe. 1924-1955 Heybeliada Sanatoryumu’nun kuruluşu ve gelişimi).
Padişah V. Murad (şimdi Ümit Tepesi adını almış olan) Heybeliada’nın kuzeyindeki panoramaya hakim araziyi okula vakfediyor. Buradaki bina bodrum katı üzerinde iki katlıdır. Geniş ve zengin bir kütüphanesi mevcuttur. Tesis edildiği yıllarda okulun gelirine baktığımız zaman ‘’papazlardan alınan paralardan başka, mum geliri, üzüm, rakı, arpa, şarap satışından oluştuğunu’’ (P. Tuğlacı, Tarih Boyunca İstanbul Adaları II, İstanbul / 7990, s. 179) görüyoruz. Bu kayıt, 19. yüzyılın ortasında ve Heybeliada’da nelerin üretilip tüketildiğini de göstermektedir.
Heybeliada Plajı
Adanın hayatında yeri olan parçalardan biri de kuzeyinde, Değirmenburnu’nun yanındaki plaj ve çevresidir. Arkasındaki Hakli Palas (otel), kumsalı, yol başındaki Hidiv Abbas Paşa Köşkü bir çerçeve oluşturmuştur. Heybeliadalılar, Abbas Paşa, İsmet İnönü ilk buradan denize girmiş, otel ve köşk zengin, renkli bir atmosfer yaratmıştı. Abbas Paşa aynı zamanda balık tutma meraklısıdır. Bunu verdiği adada genelleşen bir ilgiye dönüştürmüştür.
Heybeliada Camii
Lozan Zaferi Caddesi, Ümit Sokağı’nda bulunan cami, İstanbul’da Yenipostane karşısında ve Valide Hanı’nın bulunduğu yerde arsa haline getirilen Kadıasker Abdülkadir Efendi Camii’ne (Meydancık Camii) bedel olarak, yine bu nam altında Vakıflar İdaresi tarafından yaptırılmış, planları 1935- 1936 yıllarında tanzim edilmiştir. Cami Abdülkerim (Abdülkadir) Efendi hayratındandır.
Eski Sofyanos / Şafak Gazinosu
Mezarlığın karşısında, manastırın yanında ve sanatoryum yolu üzerinde bulunmasına rağmen, 1930-1940 yılları arasında dans eden gençlerin devamlı olarak geldikleri bir yerdi, Şimdi Dz. K. K.’nın yazlık dinlenme ve plaj yerlerinden olup özel müsaade ile girilmektedir.
Bet Yazkov Sinagogu
1950 yılında inşa edilmiş olup mimari ve dekoratif özelliği yoktur. Adadaki Musevi vatandaşlar belirli günlerde burada toplanarak ibadet yapmaktadırlar.