Kayıtlı tarih sahnesine, Roma İmparatorluğu’nun başkentinin İstanbul’a (Konstantinople) naklinden biraz sonra, IV. yüzyılda, Ermeni Katalikosu Nerses’in buraya sürülmesiyle çıkıyor. Birçok mahkum, kayalara oyulmuş zindanlardan ölene kadar çıkamamışlardır.

Yassıada 1971

Yassıada 1971

840 yılında Bizans İmparatoru Theofilos devrinde manastır inşa ediliyor. (Bunu Theofilos’un biyografisinden anlıyoruz. J. Pargoire, Les Monasteres de Saint İgnace Les plus petit ilots de archipel des princes, Sofia, 1901). Daha sonra, Patrik İgnatios tarafından Yassıada’da Sedef ve Tavşan adaları gibi Kırkazizler namına bir kilise ile Meryem Ana için bir mihrap yaptırılıyor. Söz konusu kilise, İmparator Manuel Komnenos’un diğer manastırları da restorasyonuyla 12. yüzyılın sonuna kadar iyi vaziyette bulunuyordu.

180 metre eninde, 280 metre genişliğinde bulunan adayı, 19. yüzyılın ortasına kadar rahipler ve sonra özel olarak satın alanlar az miktarda ekip biçmiş, birkaç da ağaç dikmişlerdir. IV. Haçlıların, 13. yüzyılın hemen başında, İstanbul ve adaları tahrip ve yağma etmelerinden sonra Yassıada uzun süre ıssızlaşmıştır. 15. yüzyılın ortasında Türklerin eline geçtikten sonra, 19. yüzyılın ortalarına kadar kendi haline terk edilmiş; define arayıcıları ile bakımsızlık buradaki yapıların tamamıyla tahrip olmasına yol açmıştır.

20. yüzyıla yaklaşırken, Bizans İmparatoru Theofilos’un 9. yüzyılda Kırkazizler adına yaptırdığı kilisenin, daha sonra sürgün ve hapishane olarak kullanılan mahzenleri görülüyordu.

Yassıada İsmi

Küçük bir adadır. Eni 185, boyu 740 metredir. Sivriada ile Yassıada, İstanbullular tarafından ‘’Hayırsızada’’ olarak da adlandırılırlar. Yassıada, biri sivri, diğeri yassı görünümlü olan iki Hayırsızada’dan yassı olanıdır. Arazisi düzdür, ancak sahilleri genellikle denize dik olarak iner. Kuzey tarafında küçük bir liman vardır. Yassıada’ya şekline göre eski devirlerde ‘’Plati’’ adı verilirmiş.

Martıların, zaman zaman da köpekbalıklarının uğrak yeri olan ada, Sultan Abdülmecid zamanında, 1858 yılından sonra İngiliz Elçisi Henry Bulwer’in garip bir yazlığı haline geliverdi. Heybeliada’da 1872 yılında tüberkülozdan ölen Bulwer’in Türkiye ve İstanbul macerası şöyledir:

1837 yılında İngiltere’nin İstanbul Büyükelçiliği katipliğinde bulunurken önemli bir ticaret anlaşması imzalıyor. Saint Petersburg, Madrid, Washington, Floransa’dan sonra tekrar Mayıs 1858’de İstanbul’a gönderilmiş ve 1865 yılı Ağustos ayına kadar Büyükelçi olarak kaldığı sırada, bu dört tarafı kayalık, ıssız yeri beğenerek Sultan Abdülmecid’in tasvibiyle Yassıada’yı satın almıştır.

Achille Samandji ile Eugene Dalleggios’un objektifinden sergisinden bir fotoğraf. Fotoğrafta Yassıada Henry Bulwer Şatosu'nun 1920'li yılların sonlarındaki hali görünüyor.

Achille Samandji ile Eugene Dalleggios’un objektifinden sergisinden bir fotoğraf. Fotoğrafta Yassıada Henry Bulwer Şatosu’nun 1920’li yılların sonlarındaki hali görünüyor.

Martıların, kertenkelelerin garipsemeleri arasında, mavnalarla malzemeler, lüks eşyalar taşıyarak burada küçük bir şato şeklinde, biri batı tarafında, biri ortada olmak üzere iki bina, limonluk inşa ettiriyor ve asma kütükleri diktirip bahçe kurduruyor. Bahçıvanlardan üretimleri sorup duruyor, bir taraftan da misafirlerini karşılıyor. Bunun üzerine Londra’da Times’a ilan vererek adayı satışa çıkarıyor. Osmanlı Hükümeti için bu uygun bir hareket değildi; kendisine epeyce dil döküldükten sonra vazgeçiriliyor.

Burada dikkate değer bir rivayet de şudur; inşaat yapılırken lahit içinde çok zengin mücevherler çıkıyor, bunun üzerine Osmanlı Hükümeti Bulwer’den, adayı bir Türk’e satmasını istiyor (1960’da Yassıada mahkemeleri sırasında ‘’Yassıada’’ broşürü). Bu sefer arazi, bahçe, bağ ve binalar Mısır Hıdivi İsmail Paşa’nın ilgisini çekiyor ve satın alıyor. Fakat o da, kısa bir süre sonra, bu şehirden uzak yerden sıkılıyor. Tekrar birkaç bekçi ve martılardan ibaret olan ıssız günler başlıyor.

1950’de ada bir ailenin mülkiyetine geçtikten sonra, o yıl cebri icra yolu ile Maliye Hazinesi’ne ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na devrediliyor. Komutanlık kuzey iskele yanındaki, günümüzde de duran Bulwer’in şato tipi yuvarlak köşkünü muhafaza ederek, subay ve erler için yüksek katlı lojmanlar, spor sahası, tesisler, buz deposu, yemekhane, silahhane gibi birçok yeni bina yaptırıyor. Bahriye motorları erzak ve su taşıyorlar.

1960 İhtilali’nde, DP ileri gelenleri burada hapsedilerek, spor salonunda muhakemeleri yapılmış; hakim ve savcılar kaldıkları Heybeliada Panorama Oteli’nden buraya helikopterle gelmişlerdir. Bahriye de burayı boşaltınca tekrar ıssız günlerine dönüyor. Ardından İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri Enstitüsü için uygun bir çalışma yeri olarak görüldüğünden enstitü buraya taşınıyor. Günde iki defa şehir vapurları, hoca ve talebeleri getirip götürüyorlar. Martıların sesleri bu sefer öğrencilerin sesleriyle karışıyor. Fakat uzaklık, gerekli ihtiyaçların karşılanmasını zorlaştırdığı için Su Ürünleri Enstitüsü de adayı boşaltmış bulunuyor. Halen yeni kullanım projeleri üretilmektedir.

İçerik kaynağı için tıklayın.