Cam Ocağı Vakfı ve cam sanatı hakkında Nermin Sultan’ın hazırladığı” Beykoz Cam Ocağı Vakfı’nda Camın Serencamı” isimli yazısı… 

Ustasının elinde bin bir şekle girerek estetik hâl alan birçok madde var yeryüzünde. Bazen dövülerek, bazen kesilerek, kimi zaman da onlarca işlemden sonra bir köşeye terk edilerek “insan”a yakışır estetiğe bürünen birçok madde… Bunlardan biri de cam… Varlığı asırlar öncesine dayanan cam, insan eli değdiğinden beri şekilden şekle giriyor. Nar gibi fırında, bal kıvamında ahenkle dans eden cam, bir de ehlinin nefesiyle buluşunca, değmeyin keyfimize. ..

“Beykoz” adını taşıyan o müstesnâ cam işleri, bugünün sanat seviyesinin kat kat üstündeki târihî zirvesinden bize acı acı gülümseyerek bakıyor. Acabâ yüzümüze sitemle, üzüntüyle bakmakta olan o çeşm-i bülbülleri, o öpülecek kadar zarîf kâseleri, o dudak değdirmeğe kıyamadığımız bardakları, tabakları, vazoları, ibrikleri, lâledanları, gülâbdanları, hokkaları, şişeleri, hangi ustalar yapıp meydana çıkarmıştı? Şekilde, renkte, işçilikte vâsıl oldukları o üstün zevk, o ince terkip, o asîl âhenk, asla bir ustanın, bir kalfanın şahsına mâl edilemez. Bu, ancak dünyâ muvâcehesinde imtihan vermiş bir medeniyetin, fikirde, îmanda, cemiyette ve sanatta ifâde bulmuş müşterek kıvâmı, üslûbu ve âhengi olabilir.”

Sâmiha Ayverdi bu cümlelerle anlatıyor cam sanatının ahvalini, “Boğaziçi’nde Tarih” isimli kitabının Paşabahçe bahsinde. Ve devam ediyor Ayverdi; “Artık müzelerde, câmekânlarda ve antikacıların ellerinde bulunan o müstesnâ cam işleri ölçüsünde eserler şimdi neden yapılamıyor?”

Bu soruyu soran isimlerden biri de Yılmaz Yalçınkaya. Çocukluğundan beri cama ve cam sanatına meftun olan Yalçınkaya, sevdası olan “cam” için yurtdışına gider, dünyaca ünlü ustaların eğitimlerine katılır ve cam sanatı hakkında kendisini geliştirir. 2002 yılında, şu an Beykoz Cam Ocağı Vakfı tesisinin bulunduğu arazi satışa çıkarılır. Paşabahçe’nin eski tesislerinin bulunduğu bu arazi, Yalçınkaya’nın çocukluk hayalini gerçekleştirmesine çok uygun bir mekândır; hemen satın alınır ve Beykoz Cam Ocağı Vakfı bir çınar gibi büyür bu arazide.

Bayrak Yarışında Sıra Beykoz Cam Ocağı Vakfı’nda

Beykoz Cam Ocağı Vakfı bugün, asırlardır süregelen camın macerasında, ustalarının nefesiyle yepyeni heyecanlara yelken açıyor. Riva Deresi’nin yanı başına konuşlanan Beykoz Cam Ocağı Vakfı, muhteşem tesisi, ustaları ve harikulade sanat eserleriyle, Beykoz’un “cam damarı”nı canlı tutuyor. 2002 yılında faaliyetlerine başlayan Cam Ocağı Vakfı, şu günlerde, kuruluşunun 10. yılını kutlamaya hazırlanıyor.

“Bir vakitler, dünyâ cam sanayi ile boy ölçüşen Paşabahçe cam kârhâneleri acabâ köyün neresindeydi? Bir izine bir nişânesine rast gelmek mümkün mü?” diyerek iç geçiren Sâmiha Ayverdi’ye Beykoz Cam Ocağı Vakfı cevap veriyor: “Riva Deresi’nin kıyısında, Ömerli Köyü’ndeyiz.”

Cam Ocağı’nın Fırını Daima Harlı

O muhteşem cam ürünlerini bal kıvamında dans ettiren fırın, Cam Ocağı Vakfı’nda hiç sönmüyor. Ateş bir kere harlandığında, fırının vadesi dolana kadar uyanık kalıyor. Bazen iki yıl oluyor bir fırının ömrü, bazen daha fazla dayanabiliyor 1200 derece sıcaklığa. Ama fırın var olduğu müddetçe, gece gündüz hep yanıyor Cam Ocağı Vakfı’nda. Fırının etrafında envai renk cam tozları, çeşm-i bülbül çubuklarında devran eden kıpkızıl bir renk cümbüşü ve gagasının ucundan tutulup da son şekline bürünen kırılgan kuşlar…

Cam Ocağı Vakfı’nda cam namına yok yok. Boncuk diziliyor, cam üfleniyor, geleneksel nazar boncuğumuz yaşatılıyor, mine kaplanıyor, camlar geri dönüşümle değerlendiriliyor ve bir de enfes çeşm-i bülbüller yapılıyor. Dengeli bir iş bölümü var, herkes camın bir ucundan tutuyor Cam Ocağı’nda. Bir usta çeşm-i bülbül kuşunun gövdesini üflerken, diğer usta kulp yapıyor, bir diğeri öğrencilerin yanlarında getirdiği boş şişeleri topluyor mutlulukla. Fırsat bu fırsat diyerek öğrencilerin arasında biz de giriyoruz cam yapımını izlemeye. Bu şöleni baştan sona anlatmaya takat getirmek ne mümkün! Biz, sizi temsilen keyfedelim, size de tadımlık bir çeşm-i bülbül tarifi verelim. Aman evinizde denemeyin; adres belli: Beykoz Cam Ocağı Vakfı.

Mehmed Dede’nin Torunlarına Emaneti; Çeşm-i Bülbül

Cam Ocağı Vakfı’nın girişinde bir levha asılı. Yazılana göre 3. Selim döneminde, Mehmet Dede nâmında bir Mevlevi dervişi İtalya’ya gider. Venedik’te cam sanatına dair çalışmalarda bulunan Mehmet Dede, İstanbul’a döndüğünde Beykoz’da bir atölye açar. Mevlevi cam ustasının atölyesinde yaptığı çalışmalar arasında en popülerleri, tekniği Venedik’ten ithal edilen “çeşm-i bülbül”ler olur. Bu çeşit çalışmalara “çeşm-i bülbül” yani “bülbül gözü” denmesinin sebebi, camın üzerindeki çizgilerin, bülbüllerin gözündeki tahrirleri anımsatmasından dolayıdır.

Çeşm-i bülbül denince akla somut bir ürün gelir. Esasında bir biçimin değil bir üretim tekniğinin adı çeşm-i bülbül. Bu teknik sayesinde gülabdan, laledan, ibrik, sürahi, bardak, kâse gibi çeşit çeşit eser yapılır.

“Bu işe başlarken, her şeyi kafanızda bitirmeniz gerekir. Yoksa camı elinize aldığınızda ne yapacağınızı şaşırırsınız.” diyerek ilk püf noktasını bizlerle paylaşıyor Cam Ocağı Vakfı’nın ustası İzzet Özdemir. Çeşm-i bülbüle başlarken normal bir cam eserinin yapımında izlenen yol takip ediliyor cam ustaları tarafından. Bir potada eriyen bal kıvamındaki sıcak cama, “çeşm-i bülbül borusu” denilen özel bir çubuk daldırılıyor. Erimiş cam, borunun ucuna sarılarak potadan dışarıya alınıyor. Borunun üzerindeki cam, henüz sıcak olduğundan akıcı bir halde. Dolayısıyla borunun üzerinden sıyrılıp düşmesine mani olmak için; elma veya ayva ağaçlarından yapılan, camı küre şeklinde tutmaya ve şekillendirmeye yarayan bir kepçe üzerinde sürekli üflenerek ve çevrilerek kontrol altına alınıyor. Bu işlem sayesinde iptidai, küçük bir cam balon elde ediliyor.

Çeşm-i bülbül tekniğinin en belirgin özelliği, az önce potadan çıkarılan bal kıvamındaki camın, renkli cam çubuklarla birleştirilmesi. Bu cam çubuklar, tercihe göre değişik renklerde olabilir, sayısı da yapılacak objenin büyüklüğüne göre değişiklik gösteriyor.

Bu işlem için Cam Ocağı’nın başka bir ustası, silindir bir kalıbın içine çeşitli renklerde soğuk cam çubuklar yerleştiriyor. Daha sonra üfleme borusundaki cam, usta tarafından bu kalıbın içine daldırılıyor ve üflenmeye devam ediliyor. Böylelikle sıcak ve bal kıvamındaki cam gövde şiştikçe, kalıbın içindeki renkli çubuklarla birleşiyor.

Bir yandan sıcak cama üflüyor İzzet Usta, bir yandan da gösteriyi pürdikkat izleyen ilkokul öğrencilerine yaptıklarını anlatıyor. Üfledikçe çeviriyor sıcak camı, çevirdikçe tarihin tozlu sayfalarında raks eden gülabdanlara, laledanlara, güzelim kâselere hazırlıyor bizleri.

Soğuk Camın Sıcak Cama Yapışması 

Kalıbın içindeki renkli cam çubukları üzerinde eriten sıcak gövde, cam ustasının elinde dönmeye devam ediyor. Dönmeye devam ederken, ısısı sayesinde renkli çubuklarla bir bütün oluyor âdeta. Silindir halinde döndürülmeye devam eden camın üzerine yeni bir cam tabakası sarılıyor ki bu sayede ince cam çubuklar, iki cam tabakasının arasında kalarak inceliyor, inceldikçe narinleşiyor.

Bu aşamada çeşm-i bülbül ustaları hünerlerini konuşturmaya başlıyor. Sıcak camın üzerinde eriyerek çizgiler oluşturan renkli camlar, özel bir maşa ve makas yardımıyla çekilerek uç kısımlarda birleştiriliyor. Bizim için izlemesi keyifli, yazması kolay, fakat yapması gerçekten hüner istiyor. Çünkü camın gövdesi hâlâ sıcak olduğundan, ustanın bir anlık dalgınlığında akıp şeklini kaybedebilir. Bu nedenle usta, hem camın üzerinde ebru yapar gibi çizgilere şekil veriyor, hem de sıcak cam gövdesinin formunu koruyor. Böylece cam kütlesini döndürerek çubukların estetik bir şekilde burkulmasını sağlıyor. Çubuklara arzu edilen şekil verildikten sonra sıcak cam gövdesi, son biçimine ulaşması için bir kalıba yerleştiriliyor. Daha sonra kulbu takılırsa, sürahi oluyor; ibiği kondurulursa, kuş oluyor yahut o haliyle hediye edilebiliyor
sevgiliye, içine gül koysun diye.

Cam Ocağı Vakfı’nda “Camın Hatırı” Var

Güzel bir çeşm-i bülbül şöleninin en sade hikâyesi böyle… Tabii ki sadece çeşm-i bülbüller yapılmıyor Cam Ocağı Vakfı’nda. En az onun kadar kıymeti haiz bir obje daha var; nazar boncuğu. Her bebeğin hırkasına mutlaka bir nazar boncuğu takılır. Mavisiyle sarısıyla zırhı olur bebeklerin. Cam Ocağı Vakfı’nda geleneksel nazar boncuğu yapımına da devam ediliyor. Riva Deresi’nin kıyısında, on iki sıra ateş tuğlası ve kil kullanılarak nal biçiminde örülü bir nazar boncuğu fırını var. Tamamı kil ile sıvalı fırın her gün bin derecelik ısı ile çalışıyor ve ateş sadece çam odunuyla yakılıyor. Bu klasik fırından binlerce nazar boncuğu
çıkıyor, bebe hırkalarının yakalarına asılsın diye. Füzyon atölyesi de Cam Ocağı Vakfı’nda ilgi çeken mekânlarından. İki veya daha fazla camın sıcaklık yardımıyla birbirine yapışması demek olan füzyon sayesinde, birbirinden güzel cam eserleri ortaya çıkıyor. Füzyonla yapılan saatler, tabaklar, aynalıklar Cam Ocağı Vakfı’nın galerisinde sergileniyor.

Çeşm-i bülbül yapımını birlikte izlediğimiz ilkokul öğrencileri, ziyaret programları kapsamında füzyon atölyesine de uğradı. Her biri için daha önceden hazırlanmış küçük, rengârenk cam parçacıklarını, kendi zevkleriyle yerleştirdiler 20×20 cm’lik kare şeklinde renksiz düz camların üzerine. Bu kompozisyonlar, füzyon atölyesi şefi tarafından, öğrencinin isteğine göre pano ya da tabak şeklinde fırınlanıyor ve kargo ile öğrencilerin okuluna gönderiliyor. “Bunu ben yaptım.” diyor her öğrenci, panosu yahut tabağı okuluna gönderildiğinde.

“Kalıpla Şekillendirme”, “Mine”, “Telkari” ve “Trabzon İşi Kazaziye” gibi branşların da atölyeleri var Cam Ocağı Vakfı’nda. Her branşa, en ince ayrıntısına kadar hürmet gösteriliyor “camın hatırı”na.

Tam Teşekküllü Bir Cam Okulu

Cama dair her türlü sanatı bünyesinde barındıran Cam Ocağı Vakfı, aynı zamanda tam teşekküllü bir cam okulu. Beykoz’daki kampüste (kelimenin tam anlamıyla kampüs) periyodik olarak cam eğitimleri veriliyor. Okulların ziyaretleri ve günübirlik eğitimler de var programda, iki günlük, iki haftalık ve daha uzun süreli eğitimler de.

Uzun süreli eğitimlere katılan sanatseverler için her şey düşünülmüş kampüste. 20 bin metrekarelik alana yayılı Cam Ocağı’nda 48 kişilik misafirhane, 40 kişilik konferans salonu ve sıcak cam gösteri izleme tribünü, üstü açık yarı olimpik yüzme havuzu, hatta Riva Deresi’nin kıyısında mangal eşliğinde piknik alanı bulunuyor. Hal böyle olunca gerek ziyaretçileri, gerekse öğrencileri hiç eksik olmuyor Cam Ocağı Vakfı’nın. Sadece Türkiye’den değil, dünyanın birçok ülkesinden cam eğitimi için gelen öğrencilerini ağırlıyor Beykoz Cam Ocağı Vakfı. Günde ortalama 200 çocuk camla tanışıyor. Her öğrenci yanında etiketi çıkarılmış yeşil soda şişesi getiriyor. Bu şişeler, daha önceki öğrencilerin getirdiği, fırınlanarak vazo halini alan şişelerle takas ediliyor. Böylece öğrenciler, geri dönüşümün güzelliğini bizzat yaşamış oluyorlar.

Dünyanın Ustaları Cam Ocağı Vakfı’nda Buluşuyor

Kuruluşunun 10. yılını kutlamaya hazırlanan Cam Ocağı Vakfı’nda, dünyada cam sanatını temsil eden ustalar da eğitimler veriyor. Cam sanatının yaşayan en büyük üstadı kabul edilen Lino Tagliapietra, çağdaş sanatın öncülerinden Mona Hatoum, Amerikalı sanatçı James Thurman ve İtalyan kakma ve kabartma sanatçısı Fabrizio Acquafresca gibi ustalar, Cam Ocağı Vakfı’nda eğitimler veriyor. Çeşitli dönemlerde kampüste eğitim veren sanatçıların ürünlerinin yer aldığı bir cam koleksiyonuna da sahip olan Cam Ocağı Vakfı, Riva Deresi’nin kıyısında, doğayla iç içe Öğümce Köyü’nde cam sevdalılarını bekliyor.

Cam Ocağı Vakfı Adresi: Köyiçi Cad. 72/A 34829 Öğümce – Beykoz İstanbul

Tel: +90 216 433 36 93