Uzun bir aradan sonra bir derleme yapmanın tam vakti… İsim bu yazılanlara tam oturur mu? bilemedim… “İstanbul’un gizleri”… Küçük bir kitap tadında…
Kayıp ada Vardonisi
Prens adalarını sayalım; Büyükada, Heybeliada, Sedefadası, Yassıada, Sivriada, Sedef, Tavşan, Kınalı, Burgaz… Dokuz ada. Fakat Bizans kaynaklarında on tane adadan bahsedilir. Peki bu bizim bilmediğimiz ada hangisi?
Küçükyalı açıklarındaki Vardonisi adası kaynaklarda geçen 10. adaydı.
Vardonisi adasının üzerinde büyük bir manastır vardı. Adanın tam karşısında Küçükyalıda bu manastırın bir benzeri olan Satyros Manastırı (Bağdat Caddesi üzerinde arkeolojik alan tabelası ile gösterilen yer) var. İşte bu iki manastırda rakip iki din adamına aitti. Patrik İgnazsius ve Patrik Fotius birbirlerinin yerine geçen iki din adamı. Rekabetleri o kadar kızışmıştıki sürgüne Vardonisi adasına gönderilen Patrik Fotius ada üzerine bir manastır yaptırmış, rakibi Patrik İgnazsius ise Küçükyalıda Satyros manastırını yaptırmıştı.
Fakat 11.Yüzyılda yaşanan korkunç deprem sonrasında Vardonisi adası sulara gömüldü. Günümüzde Vardonoz Kayalıkları olarak bilinen ve üzerinde bir fener ile sığ olduğu uyarısı yapılan yer bahsi geçen Vardonisi Adası’ndan kalanlardır.
Mezara girmeyen Sinan
Kubbenin yanıbaşında bir tabut… Burası Laleli semtinde bulunan Katip Sinan Camisi. Bu tabutun hikayesi şöyle;
2. Beyazıt dönemi Matbah-ı Amire Katibi olan Katip Sinan kendi adını taşıyan camiyi 1496 yılında yaptırır. Bir süre sonra Katip Sinan vefat eder. Cemaat Katip Sinan’ı caminin bahçesine defneder. Ertesi sabah namaza gelenler mezarı açılmış halde bulurlar. Katip Sinan’ın ölü bedeni kubenin hemen yanında durmaktadır.
Bir şekilde cenaze aşağıya indirilir. Tekrar defnedilir. Ertesi gün yine mezar açıktır ve cenaze kubbenin yanındadır. Tekrar defnedilen cenaze 3. kez kubbenin yanıbaşında bulununca İmam ve cemaat çareyi üzerine bir sanduka koyarak cenazeyi yerinde bırakmakta bulur.
İstanbul’un ortası neresi?
İstanbul’un ortası yukarıda gördüğünüz yeşil sütünla işaretlenmiş yer. En azından eskiden öyle olduğuna inanılırdı.
İstanbul eskiden, bugün “suriçi” dediğimiz Fatih ilçesi sınırlarından ibaretti. O dönemde Şehzade Mehmet Camii’nin Damat İbrahim Paşa Camii’ne bakan köşesinde Mimar Sinan tarafından dikilen taşın İstanbul’un ortası olduğuna inanılırdı. O dönem İstanbul’una haritada baktığında gerçekten orta noktası olabileceği anlaşılıyor. Mimar Sinan’ın daha önce burada bulunan bir taşı yaptığı eserin köşesine koyduğu rivayet edilir. Vafa semtinde yaşayanlar bu taşın yakın zamana kadar kendi ekseni etrafında elle döndürülebildiğini söyler. Şimdi sütunun bir kısmı toprak altında kalmış ve semt sakinlerinin söylediği gibi taş artık dönmüyor. İstanbul’un ortasını işaretleyen bu taş hakkında hiçbir kitabe ve aydınlatıcı levha bulunmuyor.
Gerçek Oruç Baba Türbesi nerede?
Oruç Baba Türbesi her Ramazan ziyaretçi akınına uğrar. Topkapı’daki Oruç Baba Türbesi olarak bilinen yer aslında doğru yer değildir. Oruç Baba olarak bilinen kişi aslında Halveti Tarikatı’nın Sinaniye kolunun kurucusu olan Ümmi Sinan’dır. Ümmi Sinan’ın türbesi aslında Eyüp Düğmeciler’dedir.
Kanuni Sultan Süleyman Ümmi Sinan için Topkapı’da bir dergah yaptırdı. Dergahta Ramazan ayında herkese açık iftarlar verilir oruç ekmek, sirke ve tuz ile açılırdı. Ramazanda verilen iftar sebebiyle dergah piri “Oruç Baba” olarak anılmaya başlandı. Ümmi Sinan nam-ı diğer “Oruç Baba” 1568 yılında 83 yaşında vefat etti. Vefatının ardından Oruç Baba için Topkapı’daki dergahta bir mezar hazırlatılmış fakat sonra buradan vazgeçilerek öğrencisi Nasuh Efendi’nin Eyüp Düğmeciler’deki dergahının bahçesine defnedilmiş. İlk açılan mezar olan Topkapı’dakine 251 yıl sonra vefat eden dergahın 9’uncu şeyhi Mustafa Zekai Efendi defnedilmiş. Fakat halk arasında burası Oruç Baba türbesi olarak ziyaret edilir olmuş.
Kadın dırdırından ölen Halil Ağa…
Merkez Efendi mezarlığında bir mezar taşı… Aslı Osmanlıca yazılmış fakat bir “hayırsever” tarafından günümüz alfebesiyle yeni bir kitabe yazılmış. ” Elbaki.. Merhum ve gafur ilarahmete rabbülgafur karı dırdırından vefat eden Esseyid Halil Ağa’nın ruhuna fatiha.. Sene 1260.” (Miladi 1844)
Hacer’ül- Esved taşının İstanbul’daki parçaları
Hacer-ül-esved, Cennet’ten indirildiğine inanılan ve Kabe’de muhafaza edilen taştır. Hacer’ül- Esved taşının muhafazası yenilenirken kopan parçalar Kanuni Sultan Süleyman döneminde İstanbul’a getirilmiş ve kutsiyet kazanması için istanbul’da iki yapı üzerine yerleştirilmiştir. Bu taşlardan dört tanesi Kadırga’daki Sokollu Mehmet Paşa Camisindedir.(İstanbul’da iki tane Sokollu Mehmet Paşa Camii var diğeri Azapkapı‘dadır) Caminin çeşitli noktalarına konan taşların yerleri şöyledir… Birincisi, giriş mahfilinin altındadır. İkincisi, mihraptaki Kur’ân âyetinin hemen altında… Üçüncüsü, minber kapısı üzerinde, dördüncüsü, minber külâhının altındadır..
Hacer-ül-esved’in bulunduğu bir diğer yapıda Kanuni Sultan Süleyman’ın Süleymaniye Camisinin yanındaki türbesidir.
Dingo’nun ahırı İstanbul’daydı
Eskiden tramvaylar atla çekilirdi. Tramvayı çeken iki at için Şişhane yokuşunu çıkabilmek imkansızdı. Bunun için Azapkapı’dan takviye iki at daha alarak yokuş çıkılabiliyordu . Tramvay takviye atlarla Taksim’e kadar çıkar burada çıkartılan fazla atlar, Taksim maksemi ile Fransız konsolosluğu arasında bir ahırda bekletildikten sonra tramvaya bağlanmadan boş olarak Azapkapı’ya götürülürlerdi. Taksim’deki takviye atların dinlendirildiği bu ahırı Dingo adlı bir Rum vatandaş işletirdi. Gün boyu yüzlerce atın girip çıkmasından ötürü ”Burası Dingo’nun ahırı mı? giren çıkan belli değil” sözünün buradan geldiği söylenir.
Ölüden doğan…
1647 yılında vefat eden “Lohusa” ya da esas adıyla Rahime Sultan’ın kabri, Şişhane’den Kasımpaşa’ya inen yolun sağındadır. Bu türbanın ilginç bir hikayesi vardır.
Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinde yer verdiği rivayete göre, seferde olan bir askerin hamile karısı doğuma kısa bir zaman kala vefat eder ve o zamanlar mezarlık olan Şişhane’ye defnedilir. Karısının vefatından kısa bir süre sonra seferden dönen asker mezarı ziyaret eder. Ziyaret sırasında mezardan ağlama sesleri gelir. Bebek toprağın altında doğmuş hernasılsa hayatta kalabilmiştir. Baba telaşla mezarı kazar ve çocuğu çıkartır. Bu mucizevi olay sonrası mezarın üzerine bir türbe yapılmış, adına da loğusa kadın türbesi denilmiş.
Rivayette bahsi geçen çocuğa “Müeyyitzade” yani “ölüden doğan” lakabı verildi. Müeyyitzade 1. Ahmet döneminde yaşamış devrin büyük alimlerinden biri olmuştur.
Lohusa Kadın türbesi içerisinde Rahime Sultan, Müeyyitzade ve kime ait olduğu bilinmeyen 2 tane sanduka bulunmaktadır.
Kurşunlu Mahzen
Karaköy Kemankeş Caddesi üzerindedir. Yeraltı Camii alışılagelmiş mimarinin çok dışında yapıya sahip bir camidir. Aslında cami olarak yapılmamıştır. İlk yapılışı Bizans döneminde 2. Tiberios un hükümdarlığı sırasında yani 572-582 yıllarındadır. İstanbul’un fethi sırasında Haliç’e gemilerin girmesini engellemek amacıyla Galata Sirkeci arasına çekilen zincirin bağlandığı kule bu yapıdır. Bahsi geçen kulenin hemen altında bir mahzen bulunuyordu ki günümüzde bu yapı Yeraltı Camii olarak biliniyor.
“Mahzen nasıl olduda cami olarak kullanıldı?” sorusunun cevabını almak için 714 yılına kadar dönmemiz gerekli. Mesleme bin Abdulmelik komutasındaki İslam orduları İstanbul’a fetih için geldi. Fetih girişimi başarısız oldu ve bu ordunun askerlerinden Hz.Vehb bin Hüseyre, Hz.Amr ibn As ve Hz.Süfyan bin Üveyre İstanbul’da şehit oldu. Şehitlerin cenazelerine zarar gelmemesi için bu mahzene defnedilerek mahzenin kapısı kurşun dökülerek kapatıldı.
Yaklaşık 1050 yıl sonra yani 1752’de Şeyh Murad Efendizade Şeyh Mehmet Efendi mahzen içerisindeki türbeleri keşfetti, Çorlulu Mustafa Bahir Paşa tarafından yapı cami haline getirildi.
Hammer Usta türbesi
Battal Gazi filmi serisinde , Battal Gazi’nin oğluna güreşte yenilince müslüman olan şövalye Hammer Usta’ya Battal Gazi’nin oğlu Ahmet Turani ismini verir. Cüneyt Arkın’ın meşhur film serisi Battal Gazi’de adı geçen Hammer Usta gerçek bir şahsiyet. Mezarı Dolmabahçe’den Maçka istikametine çıkan (askeriyenin yanından) Swissotel personel girişinin yanındadır. Mezarında asılı kitabede şöyle yazıyor;
“Ahmet Turani Hazretleri onuncu yüzyılda yaşamıştır. Bizans ordusunda kumandan olarak görev yaparken 984 yılında Malatya civarında, Emeviler’le Bizanslılar arasında yapılan savaşta, Seyyit Battal Gazi ile karşılaşmıştır. Çetin bir çarpışmadan sonra da dost olmuşlardır. Bir süre sonra Müslüman olmuş ve Ahmet adını almıştır. Sonraları Battal Gazi ile birlikte birçok savaşa katılmış, İstanbul kuşatmalarından birinde şehit düşmüş ve şehit olduğu yerde defnolmuştur. Bir gece Sultan Abdülmecit Han, rüyasında Ahmed Turani Hazretlerini görmüş, “Sultanım! Yıllardan beri burada sıkılıyorum kurtar beni” demesi üzerine, türbesi buraya nakil edilmiştir.”
Kitabede bahsedilen nakledilme Dolmabahçe Sarayı’nın Kuşluk Bahçesi’nden buraya olmuş. Süheyl Ünver’e göre saray personelinin arasında yaygınlaşan inanca göre Ahmet Turani’nin bedeni sarayın kuşluk bahçesinde kesik başı ise bahsettiğimiz türbenin olduğu yerde idi (vakıf kayıtlarında Baba Sungur Zaviyesi olarak geçer) ve Sultan Abdülmecid tarafından bedeni kesik başın olduğu kısma nakledilmiştir. Türbenin bulunduğu yerde Bizans dönemine ait bir ziyaret merkezinin olduğu düşünülmektedir.
Okuduklarıma inanamadım, İstanbul hakkında bilmediğimiz bunca bilgi-belge-çabanız için tebrikler.