Günümüzde Unkapanı İMÇ Blokları’nın karşısında bulunan Sigorta Binaları’nın olduğu yerde Sekbanbaşı Mescidi duruyordu. Henri Prost’un İstanbul ile ilgili şehircilik planı gereğince Atatürk Bulvarı açılırken bu mescit yıktırıldı. Aslında bulvarın çok gerisinde kalan yapının neden yıktırıldığı bilinmiyor… Bildiğimiz şu bulvarın açılması bahane edilerek bu yapı ortadan kaldırılarak yerine sigorta binaları inşa edildi.

byzantium1200 tarafından yapının kilise olduğu dönem canlandırılmış

byzantium1200 tarafından yapının kilise olduğu dönem canlandırılmış

Eski eser encümen dosyalarında yapının bir bizans kilisesinden camiye çevrildiği ve kilisenin ilk olarak Mihal Pale’nin kız kardeşi Mari Dokas tarafından inşa ettirildiği yazıyor.

Nicholas V. Artamonoff 1937 yılında yapıyı fotoğraflamış

Nicholas V. Artamonoff 1937 yılında yapıyı fotoğraflamış

Yine aynı kaynakta yapının isminin Kiramarsta Kilisesi olduğu geçiyor. Mehmet Ziya Bey’in İstanbul ve Boğaziçi isimli kitabında Sekbanbaşı İbrahim Ağa Mescidi’nin eskiden Liopis Kilisesi olduğundan bahsediyor.

Günümüzde yapının olduğu alanda sigorta binaları duruyor...

Günümüzde yapının olduğu alanda sigorta binaları duruyor…

Prof. Dr. Semavi Eyice’nin yapı hakkında hazırladığı bir makale Büyükşehir Belediyesi Aylık Bülteni’nin 152. sayısında yayınlanmış. Eyice, Sekbanbaşı Mescidi hakkında şu cümleleri kullanmış;

İstanbul’da büyük değişiklik­ler yapılırken 1940 yıllarında Unkapanı’ndan Yenikapı’ya uzanan geniş bir bulvar açıl­ması da kararlaştırılmıştı. Şehircilik uzmanı Henri Prost, Atatürk Bulvarı adı ve­rilen bu caddenin şehrin Marmara kıyısında tasar­lanan merkezinin Beyoğlu semtine bu cadde ile bağ­lanmasını düşünmüştü. Cad­de aynı zamanda şehrin bu kesiminde iki yükseklik ara­sında uzanan Bozdoğan ke­merini de daha belirli bir biçimde meydana çıkarmayı uygun görmüştü. Bulvar açılırken iki tarafındaki eski eserlerden birçoğu yol üzeri­ne isabet etmemelerine rağ­men, ileride arsalarını satıp gelir sağlamak düşüncesiyle yıktırıldılar. Bunlardan biri de Sekbanbaşı ibrahim Ağa Mescidi oldu. Sekbanbaşı Mescidi, Unkapanı’ndan çı­karken sağ tarafta Gazanfer Ağa Med­resesinin az aşağısındaki yapı adasında bu­lunuyordu. Gazanfer Ağa Medresesi yerinde bırakıldığına göre, ona nazaran yaya kaldırımının bile daha gerisinde olan bu mescit durabilirdi. Mescidin esası Bizans dönemine ait küçük eski bir kilise idi. Tamamen tuğladan olan bu yapı İstanbul’un fethinin arkasından şehitlerden Sekbanbaşı İbrahim Ağa adına mescide dönüştü­rülmüştür.

Ayvansaraylı Hüseyin Efendi Hadîka adlı eserinde Sekbanbaşı’nın şehit oluş tarihini 902 (1496/97) olarak verir ve kabrinin mihrab önünde bulunduğunu da bildirir. Ancak Sekbanbaşı İbrahim Ağa’ya ait ol­duğu sanılan, fakat yazı türünden ve biçi­minden çok geç bir döneme ait olduğu anlaşılan ve müzeye götürülmüş olan mezar taşında 857 (1453) tarihi vardır. Fakat mescid yıkılırken etrafa saçılan taşlar arasında bulduğumuz kırık ve tarih kısmı eksik bir taş, belki de Sekbanbaşı İbrahim Ağa’nın gerçek tarihiydi. Bu mezar taşı, gerek üzerindeki hat ve gerekse işlemeleri bakımından bütü­nüyle bir 15. yüzyıl eseri olduğunu gösteri­yordu. Bu mezar taşının hazîrede bulunuşu, mescidin 15. yüzyıl sonlarında bir İslamî ibadet yeri olarak kullanıldığını belli etmek­tedir. 19.yy.’daki tamiri sırasında şimdi mü­zeye götürülen yeni bir taş işletilip konul­muştu.

Sekbanbaşı Mescidi İstanbul’un büyük yan­gınlarından birinde 19. yüzyılın ilk yarısında harap olmuştu. Kapı üzerinde duran Sultan Mahmud tuğrasının altında 14 mısralık manzum bir kitabede camiin harap bir halde dururken Sultan II. Mahmud’un ikbal­lerinden Sultan Aziz’in annesi Pertevniyal Sultan tarafından 1254 (1838) tarihinde ta­mir ve ihya ettirildiği bildiriliyordu: “ …Hemen bu cami kalmış gerçi viran ve ha­rab ancak/ Nasib oldu bunun ihyası ber tâb hulûsane/ ki oldur mader Sultan Abdülaziz efendinin/ Muvaffak oldu hakka ”Pertevniyal” Hanım bu ihsâne..” Bu tamirden sonra

1877 yıllarına doğru yayınlanmış Rumca bir kitapta mescidin kıble cephesi ile önündeki hazîre, Galanakis adındaki bir ressam ta­rafından çizilen bir resim sayesinde tanın­maktadır.

Bina mescide dönüştürüldüğünde, dört du­vardan ibaret bir harabe halinde olmalı idi. Çünkü üst yapısına ait hiçbir unsur mevcut değildi. Her halde aslında kubbeli iken, kubbesi ile tonozları da ortadan kalkmıştı. 1877’de çizilen gravüründe binanın üstünde bir kubbe mevcut değildir. Pertevniyal Sultan tarafından restore edildikten sonra dışının sıvanıp badana edildiği ve pencere üstlerine nakışlar yapıldığı, adı geçen gravürde açıkça görülür. Camiin sağ tarafında da yine tuğ­ladan kalın gövdeli kısa bir minare bulunu­yordu.

Mescid 1943’de yıktırıldığında burada bulu­nan mezar taşları gibi, daha birçok parçalar ile birlikte Pertevniyal Sultan’ın adını veren 14 mısralık kitabe de bilinmeyen bir yere götürülmüştü. Burada arsada oldukça derine inen bir kazı yapılmış ve bu çukurda çok sayıda daha eski yapılara ait mermer sütun gövdeleriyle birlikte pek çok sayıda toprak­tan yapılmış kadehler bulunmuştur. Eski adı tespit edilemeyen bu kilisenin daha Bizans döneminde yerinde başka birtakım yapıların bulunduğu ve bu kalıntıların onların izleri ve hatıraları oldukları tahmin edilebilir.

Yapıya ait 1941 yılı fotoğrafları kötü arşivlemeye kurban gitmiş ama yine fikir sahibi olmamızı sağlıyor.

Pertevniyal Sultan'ın onarım kitabesi

Pertevniyal Sultan’ın onarım kitabesi

1941 yılında yapıdan geriye kalanlar

1941 yılında yapıdan geriye kalanlar